Tarih Kursu 9. Sınıf Tarih DERS NOTLARI 9. Sınıf Tarih II. Ünite Eski Çağ Medeniyetleri Ders Notları

9. Sınıf Tarih II. Ünite Eski Çağ Medeniyetleri Ders Notları

DERS NOTLARI TARİH 9

Bu yazımızda güncel müfredata göre hazırladığımız 9. sınıf tarih dersi 2. ünitesi olan Eski Çağ Medeniyetleri ünitesinin özet ders notlarını paylaşıyoruz. 9. sınıf tarih kitabı özet pdf ders notları sayesinde derslerde daha başarılı olacaksınız. Maarif modeline uygun olarak hazırladığımız 9. sınıf tarih dersi notları aşağıdaki konuları kapsamaktadır.

Eski Çağ Medeniyetleri

  • Tarım Devrimi’nin Eski Çağ’a Etkileri
  • Eski Çağ’da Yönetenler ve Savaşanlar
  • Eski Çağ’da Hukuk
  • Eski Çağ’da İnanç, Bilim ve Sanat
  • Türklerde Konargöçer Yaşam

Eski Çağ Devletleri Kronolojisi

MÖ 4000- … Çin

4000- 2350 Sümer Kent Devletleri

MÖ 3150-332 Mısırlar

MÖ 2330-2140 Akadlar

MÖ 2025- 612 Asur Kent Devletleri

MÖ 1894-536 Babiller

MÖ 1650-1190 Hititler

MÖ I. Bin İskitler

MÖ 850-585 Urartular

MÖ 750- 690 Frigyalılar

MÖ 756-146 Yunan Şehir Devletleri

MÖ 753- MS 476 Roma

MÖ 687- 546 Lidyalılar

MÖ 382- 146 Makedon Devleti

MÖ 220- MS 216 Asya Hun Devleti

TARIM DEVRİMİNİN YERLEŞMEYE VE EKONOMİK FAALİYETLERE ETKİSİ

Medeniyet nedir

İnsan ancak bir toplum içinde varlığını sürdürebilir. Toplum denince akla gelen ilk kavramlardan olan medeniyet ise bir toplumun maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü olarak tanımlanabilir. Medeniyetin oluşumu toplumların birbirini etkilediği uzunca bir süreçtir. Binlerce yıl öncesinde yaşananlar bugünkü medeniyetlerin şekillenmesinde etkili olmuştur.

İlk insanlar varlığını sürdürebilmek amacıyla önce aklını ve elini kullandı. Kaba taş aletleri kullanan insanlar bu aletler sayesinde hayvanları avlayabilmek için ilkel araçlar tasarlayabildi. Ayrıca besinleri parçalara ayırıp topladıkları tahıl ve meyvelerin tohumlarını çıkarabildi. İnsanlar, çıkardıkları tohumları ekerek tarım devrimini başlattı. Tarım devriminin etkisiyle yerleşik hayata geçen insanlar alet kullanımıyla başlayan birikimlerini kurdukları medeniyetlerle nesilden nesile aktardı. Bu birikim sayesinde insanlık tarihinde büyük devrimler, icatlar ve yenilikler birbirini takip etti.

TARİH ÖNCESİ ÇAĞLAR

Eski Taş (Paleolitik) Çağı MÖ 600000

Orta Taş (Mezolitik) Çağı MÖ 12000

Yeni Taş (Neolitik) Çağı MÖ 10000

Maden Çağları MÖ 5500

Yazının İcadı ve Tarih Çağlarının Başlaması MÖ 3200

Eski Taş (Paleolitik) Çağı:

İnsanlığın gelişiminin büyük bir bölümünü içine alan bu dönemde insanlar avcılık ve toplayıcılıkla geçinmiş, genellikle mağaralarda yaşamışlardır.

Bu dönemin temel teknolojisi taştan yapılan kaba aletlerdir.

Paleolitik dönem insanlarının mağaralara çizdikleri resimler insanların kendilerini ifade etmelerinin yanında önemli bir kültürel aktarımı da ortaya koymaktadır.

İstanbul’daki Yarımburgaz, Antalya’daki Karain, Öküzini ve Beldibi mağaraları Anadolu’daki önemli Paleolitik Çağ yerleşimleridir.

Orta Taş (Mezolitik) Çağı:

Bir geçiş evresi olan bu dönemde Paleolitik dönemdeki yaşam tarzı ve alışkanlıklar aynen devam etmekle birlikte avcılıkta ustalaşmanın arttığı ve kullanılan araçların biraz daha geliştiği düşünülmektedir.

Mikrolit diye adlandırılan çakmak taşı ve obsidiyenden yapılmış geometrik biçimli küçük taş aletler dönemin karakterini yansıtmaktadır.

Köpeğin evcilleştirilmesiyle ilk kez bu dönemde bir hayvanın evcilleştirildiği düşünülmektedir.

Antalya’daki Öküzini ve Beldibi, Burdur’daki Baradız, Samsun’daki Tekkeköy mağaraları Anadolu’daki önemli Mezolitik Çağ yerleşimleridir.

Yeni Taş (Neolitik) Çağı:

İnsanlar ilk kez Mezopotamya’da tahılı evcilleştirerek tarım devrimini gerçekleştirmiş ve yerleşik hayata geçmişlerdir.

Artı ürün, özel mülkiyet, toplumsal iş bölümünün çeşitlenmesi, kent devletlerine giden sürecin başlaması ve daha birçok şeyin temelinde tarım devrimi yer almaktadır.

Bu dönemin önemli özelliklerinden birisi de çanak-çömlek yapımıdır.

Konya’daki Çatahöyük, Burdur’daki Hacılar, Malatya’daki Cafer Höyük ve Aksaray’daki Aşıklı Höyük Anadolu’daki başlıca Neolitik Çağ yerleşimleridir.

Maden Çağları:

Bu devir insanlığın kültürel açıdan kat ettiği gelişimi temsil etmektedir. Tarih öncesi dönemlerle başlayan bu dönem yazının icadından sonra da devam etmiştir. Maden Çağı; bakır, tunç ve demir olmak üzere üç döneme ayrılır. Kullanılan ilk maden olan bakırın dayanıksız olması yerini bakır ve kalayın alışımı olan tunca bırakmasına neden olmuştur. Uzun bir süre sosyal ve askerî hayatta yoğun bir şekilde kullanılan tunç ise yerini çok daha dayanıklı bir maden olan demire bırakmıştır. Bu maden günümüzde dahi hayatı şekillendiren en önemli maddelerdendir.

Yazının İcadı ve Tarih Çağlarının Başlaması:

İnsanlar tarım devrimiyle birlikte önce köyler ile büyük ve kalabalık kentler, sonra sosyal sınıfların olduğu ve iş bölümüne dayalı devletler kurmuşlardır.

Tarım üretiminin fazlalığı sonucunda oluşan artı ürünün hem vergilendirilmesi hem de saklanması gerektiğinden kayıt altına alınması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu durum yazının icat edilmesinin önemli sebeplerinden biri olmuştur.

Yazının icadı ile insanlar kültürlerine dair tüm bilgi ve birikimlerini gelecek nesillere aktarabilmiş, kurdukları medeniyetlerin gelişmesini ve devamını sağlamışlardır.

TARIM DEVRİMİNİN ORTAYA ÇIKTIĞI ALANLAR

Günümüzden yaklaşık 15.000 yıl önce dünyanın ısınması ve buzulların erimesiyle birlikte dünya üzerindeki bazı coğrafi bölgeler insanların daha rahat yaşayacağı yerler hâline gelmiştir.

Bu yerlerin başında Mezopotamya, Güneydoğu Asya ve Orta Amerika bulunur. Bu coğrafyalarda gerçekleşen tarım devrimiyle birlikte yerleşik hayata geçilmiştir.

Neolitik devrim de denilen tarım devriminin sonucunda köylerden kentlere, kentlerden şehir yaşamına ve devlet oluşumlarına değin bu süreçte insanlık tarihinin ilk medeniyetleri kurulmuştur.

Orta Amerika

Meksika Körfezi’nin kuzeyinden güneye dek uzanan Kuzey Amerika’yı ve Güney Amerika’ya birbirine bağlayan bir kara parçasıdır. Bu bölgede irili ufaklı birçok göl ve nehirler bulunmaktadır. Arazisi genellikle düz ve tarıma elverişlidir.

Güneydoğu Asya

Çin’in güneyinden başlayarak güneyde Yeni Gine’ye ve batıda Hindistan’ın doğusuna dek uzanan bir bölgeyi kapsar. Lös topraklar adı verilen arazisi sulak ve verimlidir. Sarı Irmak, Gök Irmak, Ganj Nehri gibi geniş ve uzun ırmakların suladığı bol, geniş ve genellikle düz bu araziler sulu tarıma çok elverişlidir. Muson ikliminin etkisiyle de yılın belli zamanlarında çok yağış alan bir bölgededir.

Mezopotamya

İki nehir arası anlamına gelmektedir. Mezopotamya Zağroslar ile Toroslar dağının etekleriyle Suriye çölünün arasında Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı bereketli toprakları içeren bir coğrafyadır. Yazları genellikle kurak geçmektedir. “Bereketli Hilal” de denilen bu bölge Anadolu’da Çatalhöyük’e ve güneyde Filistin topraklarına dek uzanmaktadır.

TARIM DEVRİMİNİN ÖZELLİKLERİ

İnsanlar tarihte ilk defa Mezopotamya’da MÖ 10000 yılı civarında yabani buğday tahıllarını evcilleştirip kendileri yetiştirmeyi denemişlerdir. Bunda başarılı olduktan sonra ektikleri bu evcil tahılları sulayabilecekleri, Fırat ve Dicle nehirlerinin geçtiği düz ve verimli arazilerde yaşamaya başladılar. Böylece insanlar tarım devrimiyle hem kendi besinlerini hem de yedikleri hayvanların besinlerini üreterek yaşamlarını sürdürebilmişlerdir.

MÖ 8000 yıllarında Asya’nın doğusunda Sarı ve Gök nehirlerin arazilerde yaşayan insanlar da benzer bir kaygıyla besin kaynakları olan bitkiyi evcilleştirmişlerdir. Ancak burada yaşayan insanların iklim ve coğrafi şartlar gereği evcilleştirebildikleri tahıl pirinç olmuştur.

Tarım devrimi MÖ 7000 yılı dolaylarında da Orta Amerika’da gerçekleşmiştir. Burada yaşayan insanlar teosinte adı verilen yabani bitkiyi evcilleştirmiştir. Böylece günümüzdeki mısır bitkisini yaşadıkları arazilerde ekip kendi besinlerini sağlamışlardır.

Tarım devrimiyle önce tahılı evcilleştiren ardından da bu tahılların üreticisi hâline gelen insanlar artık besinini ekip biçtiği araziden sağlayacağı için yer değiştirmeden yaşamaya başlamışlardır. Böylece avcı toplayıcı göçebe hayattan yerleşik hayata geçilmiştir.

Tarım üretimi zor ve zahmetli olduğu ve kalabalık topluluklar hâlinde birlikte yaşamayı gerektirdiği için toplu yerleşimler, köyler ve ilk şehirler kurulmuştur.

Mezopotamya’da yazları kurak geçtiği için tarım ürünlerin yetiştirilmesinde sulamaya ihtiyaç duyulmuştur. Mezopotamya medeniyetleri, kurdukları şehirlerdeki yönetim organizasyonu sayesinde sulama işini çözmüşlerdir. Sulama işini çözen medeniyetlerin topraktan aldıkları yüksek verim sayesinde artı ürün ortaya çıkmıştır. Tarımsal üretimle birlikte tarım dışı istihdam gerekli olmuş, özellikle artı ürünün depolanması ve korunmasına yönelik iş kolları gelişmiştir.

Hayvancılığın da bir tarımsal faaliyet olduğu dikkate alındığında tarım devrimiyle birlikte hayvancılık ortaya çıkmıştır. Tarım devrimi öncesinde avcı olan erkekler tarım devriminden sonra evcilleştirilen hayvanları gütme, toplayıcı olan kadınlar da bitkilerin evcilleştirilmesi işini ele almıştır.

Erkekler eline mızrak yerine çoban sopası, kadınlar da çapa alarak iş bölümünü sürdürmüştür. Mezopotamya’da ilk köyler ve kasabalar kurulduğunda tarımla uğraşan insanlar tecrübelerini komşularıyla paylaşmış, ürettikleri farklı ürünleri komşularıyla değiştirmişlerdir. İlk zamanlarda akrabalık ilişkileri aracılığıyla yardımlaşmak ve güçlükleri birlikte yenebilmek için başlayan bu durum daha sonra takas ve iş bölümünün ilk örneklerini oluşturmuştur. Pazarlar, takas ekonomisiyle üreticinin ve tüccarların mallarını civar köylerdeki diğer üreticilerle değiştirdikleri yerler hâline gelmiştir.

Tarım devriminin yerleşme açısından diğer sonucu aşırı nüfus artışı olmuştur. Besin kaygısının giderek azalması ve daha çok nüfusun daha çok iş gücü anlamına gelmesiyle nüfus artışı hız kazanmıştır.

Kalıcı yerleşik yaşamın etkisiyle insanların taşınmaz mallar edinebilmesi özel mülkiyeti doğurmuştur. Tarım devriminin etkisi günümüzde dahi devam etmektedir. Tarım devrimiyle birlikte orta kuşakta yer alan Mezopotamya, Güneydoğu Asya ve Orta Amerika’daki Eski Çağ medeniyetleri yerleşik hayata geçmiştir. Eski Çağ medeniyetlerinin olduğu bu bölgelerde yoğun nüfuslu şehirler kurulmuştur. Kurulan şehirler; yöneticiler, din adamları, askerler, çiftçiler ve tüccarlar gibi sosyal tabakalardan meydana gelmiştir. Şehirlerdeki bu sosyal sınıflar arasında bütünlüğü sağlayan devlet olgusu ortaya çıkmıştır.

NEOLİTİK KENT: ÇATALHÖYÜK

İnsanlık tarihinin bilinen ilk kentlerinden birisi Çatalhöyük’tü. Günümüzden yaklaşık 9000 yıl önce bu şehirde bitkileri evcilleştirip tarım yapan insanlar artık toplu ve yerleşik bir yaşam sürmeye başlamıştı. Çatalhöyük kentinde evler bitişik, yan yanaydı ve sokak neredeyse yoktu. Evlerin giriş kapısı evin üstündeki damda yer alıyordu. Önce merdivenle evin damına çıkan insanlar bu şekilde damdaki kapıdan girdikten sonra merdivenle aşağı inerek evlerinin içine girebiliyordu. Çok yakın zamana kadar sadece avcı toplayıcı olan ataları gibi yine avlanmayı sürdürüyorlardı ama temel geçinmeleri artık toprağı ekip biçerek tarımla uğraşmaktı. Buğday, arpa ve yulaf gibi bitkileri ekmekte mahirlerdi. Aynı zamanda evcilleştirdikleri hayvanları da vardı ve bunları evlerinin yakınlarında besliyorlardı. Keçi ve koyun yetiştirip bunlarla besleniyorlardı. Her evde genellikle beş on kişi arasında değişen aileler yaşamlarını sürdürüyordu. Yaşadıkları evlerde genellikle bir ana oda bir de yiyecek depolama yeri olarak kullandıkları yan oda bulunuyordu. Kaybettikleri insanları bile bu odaların altına yaptıkları mezarlara koyuyorlardı. Zanaat ve sanat hayatlarının önemli bir parçasıydı. Çanak çömlek gibi yaptıkları aletleri ihtiyaçlarına göre her geçen gün geliştiriyorlar yeni eşyalar tasarlıyorlardı. Evlerinin duvarlarına resimler bile yapıyorlardı. Çatalhöyük insanları varlıklarını borçlu olduklarını düşündüğü verimli toprakları anaları gibi görüyordu. Bereket tanrıçalarını betimleyen birçok heykel yapmışlardı.

ESKİ ÇAĞ’DA YÖNETİM VE ORDU SİSTEMLERİ

Bir toplumun belirli bir dönemdeki kültürü ve yaşam tarzı medeniyet veya uygarlık olarak adlandırılmıştır. Benzer medeniyet özelliklerinin görüldüğü bölgeye ise medeniyet havzası denilmiştir.

MEZOPOTAMYA MEDENİYET HAVZASI

Mezopotamya adı Eski Yunancada nehirler arası anlamına gelmekteydi ve Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölgeyi adlandırmak için kullanılmaktaydı.

Bölge suyun bol olduğu bereketli topraklara sahip olması ve ticaret yolları üzerinde bulunması sebebiyle tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve dünya medeniyetine önemli katkılar sağlamıştır.

Sümerler, Akadlar, Babiller ve Asurlular gibi birçok medeniyet Mezopotamya’da yaşamıştır.

Mezopotamya, Nil Vadisi ve Levant ile birlikte “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölgenin bir parçasıdır. Bu bölge, insanlık tarihinin ilk yerleşik hayata geçişlerin yaşandığı yerlerden biri olarak kabul edilir.

SÜMERLER

MÖ 4000-2350 yılları arasında yaşamış olan Sümerler, yazı başta olmak üzere dünya uygarlığına birçok alanda katkıda bulunmuşlardır.

Kent Devletleri şeklinde organize olan ve başlarında ensi veya patesi adı verilen yöneticiler bulunan bu kentler sürekli olarak birbiriyle mücadele halinde olmuşlardır.

Güney Mezopotamya’da Basra Körfezi’nin kuzeyinde yer alan bu kentlerin en önemlileri: Uruk, Ur, Kiş, Umma, Nippur, Lagaş, Eridu, İsin ve Larsa’dır.

Sami kökenli Akadlı Sargon’un Uruk kralı Lugalzagesi’yi yenilgiye uğratarak yönetimi ele geçirmesiyle birlikte Sümerler siyasi güçlerini kaybetmişler, ancak kültürel anlamda uzun bir süre Mezopotamya’da var olmaya devam etmişlerdir.

AKADLAR

MÖ 2350-2150 yılları arasında varlığını sürdüren Akadlar İmparatorluk adı verilen sistemin temellerini atmışlardır.

Akad Kralı Sargon ve Sargon’un torunu Naram-sin zamanında başarılı seferler yapılmıştır.

 Sargon ve Naram-sin’in Anadolu’ya düzenlediği sefere ilişkin kayıtlar Anadolu tarihi hakkındaki ilk yazılı kayıtları oluşturmaktadır.

Başkenti Agade (Irak) olan Akad İmparatorluğu Zagroslardan gelen Gutiler tarafından yıkılmıştır.

ASURLAR

Asurlular, MÖ 21. yüzyılda kent devleti olarak kurulmuştu. Asurlular adını, adına bir kent kurdukları Tanrı Aşşur’dan gelmekteydi.

Kuzey Irak dolaylarında hakimiyet kuran Asurlular Anadolu’da ticaret kolonileri kurmuşlar ve yazıyı Anadolu’ya getirmişlerdi.

Asurlular savaş ve diplomasinin gücünü kullanarak devrin en güçlü imparatorluğuna dönüşmüşlerdir.

İnşa ettikleri sarayların duvarlarına kazıttıkları rölyefler Asur acımasızlığını ve gücünü gözler önüne sermektedir.

Asurlular MÖ 612 dolaylarında Med ve Babil saldırıları neticesinde başkent Ninive’nin düşmesiyle yıkılmışlardır.

BABİLLİLER

MÖ 20. yüzyılda Babil kenti etrafında ortaya çıkan Babillilerin en önemli hükümdarlarından olan Hammurabi, yaptığı reformlarla öne çıkmıştır.

Kültürel anlamda Mezopotamya’yı etkilemiş olan Babilliler, asma bahçeler inşa etmişlerdir.

Hammurabi’nin ölümünden sonra siyasi ve askeri anlamda ön plana çıkamayan Babilliler, Asur’un yıkılışında baş rol oynadıktan sonra tekrar Mezopotamya’nın önemli bir bölümüne hâkim olmuşlardır. Ancak Perslerin durdurulamaz yükselişi ile MÖ 539 yılında yıkılarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.

MISIR MEDENİYET HAVZASI

Mısır, Nil Nehri’nin etrafında ortaya çıkmış bir medeniyettir. Kuzeyinde Akdeniz, güneyinde Nubia’nın yer aldığı Mısır medeniyet havzası doğu ve batı yönünde çöllerle çevrilidir. Bu da bölgenin saldırılardan uzak kalmasına olanak sağlamıştır. Nil’in etrafındaki alanlarda ve Delta’da yapılan tarım medeniyetin büyümesinde etkili olmuştur.

Eski Mısır tarihi, kurucu kralları kabul edilen Menes (Narmer)’in MÖ 3050’de iktidarıyla başlamakta ve MÖ 30’da Ptolemaios (Batlamyus) hanedanlığının Roma tarafından yıkılmasıyla sona ermektedir.

Eski Mısır uygarlığının en merak edilen eserlerinden olan Giza piramitleri IV. Hanedan zamanında inşa edilmiştir. Aşırı maliyetli olması sebebiyle sonraları bu tarz imar faaliyetleri yapılmamıştır.

Yeni Krallık Dönemi olarak adlandırılan 18-20. Hanedanlar zamanında Mısır birçok bölgeyi fethederek bir imparatorluğa dönüşmüş, Mezopotamya ile olan ticari ve askeri ilişkiler artmıştır. Bundan sonra Hititler ve Asurlular başta olmak üzere birçok devletle rekabet içerisinde olmuşlardır.

ANADOLU MEDENİYET HAVZASI

Asya’nın en batısında yer alan Anadolu’ya Romalılar güneşin doğduğu yer anlamına gelen Anatolia adını vermişlerdir.

Anadolu medeniyet havzası; Mezopotamya, Mısır ve Akdeniz medeniyet havzalarından etkilenmiştir.

Ticaret yolları üzerinde kıtaları birbirine bağlayan Anadolu, hem önemli su kaynaklarına, tarım arazilerine ve yer altı kaynaklarına da sahiptir.

HİTİTLER

Hititlerin ilk izlerine tarihi MÖ 20. yüzyıla dayanan Neşa’da yani bugünkü Kültepe’de rastlanmıştır. Hititlerin kökeni, Anadolu’nun en eski toplumlarından olan Hattilere dayanır. Hititler kendilerini Hattili anlamına gelen Hititli olarak adlandırmıştır.

Hititler, MÖ 17. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasında Çorum’da yer alan Hattuşaş merkezli büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Topraklarını Mezopotamya’ya kadar genişleterek o dönemin en büyük imparatorluklarından birini oluşturmuşlardır. Ayrıca,

Hititler Mısırlılarla MÖ 1274’te Kadeş Savaşı’nı gerçekleştirmişler, ancak iki taraf birbirine kesin bir üstünlük sağlayamamıştır. Bundan sonrası Hitit Mısır ilişkileri yumuşama göstermiş ve iki devlet arasında Kadeş Barışı yapılmıştır. Bu antlaşma tarihin bilinen ilk antlaşmasıdır.

İYONYALILAR

İyonyalılar, Avrupa medeniyet havzasından etkilenmiş olan bir Anadolu medeniyeti olarak kabul edilmiştir.

MÖ 13. yüz­yıl­da Ana­do­lu’nun ba­tı­sın­da Bü­yük ve Kü­çük Men­de­res hav­za­la­rın­da şe­hir dev­let­le­ri ola­rak ör­güt­len­miş­ler­di.

Uzak böl­ge­ler­de kur­duk­la­rı ti­ca­ret ko­lo­ni­le­ri sa­ye­sin­de zen­gin­leş­miş­ler,

Ana­do­lu’nun ba­tı­sın­da bir­çok imar faa­li­ye­ti­ni ger­çek­leş­tir­miş­ler­dir. Ephesus (Efes), Miletus (Milet), Teos, Phocaea (Fo­ça), Smyrna (İzmir), Samos (Si­sam) ve Chi­os (Sa­kız) İyon­ya ken­tle­rin­den ba­zı­la­rıdır.

URARTULAR

Hurri kökenli bir topluluk olan Urartular başlangıçta Uruatri ve Nairi adı verilen birçok küçük krallıktan oluşuyordu.

MÖ 9. yüzyılda Doğu Anadolu, Güney Kafkaslar ve kuzey İran’ı da içerisine alan coğrafyada bir devlet kuran Urartular tarihleri boyunca Asur başta olmak üzere çeşitli düşmanlarla mücadele etmişlerdir.

Başkentleri Tuşpa (Van) olan Urartu Devleti’nin inşa ettiği kaleler, saraylar, tapınaklar ve su kanalları günümüze kadar ulaşmıştır.

Urartu Devleti, MÖ 6. yüzyılda İran’dan gelen Medler tarafından yıkılmıştır.

FRİGLER

Ege göçleri neticesinde Anadolu’ya gelip yerleşen Frigler MÖ 8. yüzyılda Sakarya Nehri çevresinde Frig Devleti’ni kurmuşlardır.

Friglerin başkentleri ismini kurucu kral Gordios’dan alan Ankara sınırları içerisindeki Gordion’dur. Friglerin en önemli kralı efsanelere de konu olan Midas’tır.

Frig Devleti, Kafkasya’dan gelen Kimmerler tarafından MÖ 7. yüzyılda yıkılmıştır.

LİDYALILAR

MÖ 7. yüzyılda Gediz Ovası’nda kurulan Lidya Devleti’nin başkenti Sardes’tir (Salihli).

Parayı kullanan ilk topluluk olan Lidyalılar devrin en önemli ticaret güzergahlarından birisi olan Kral Yolu’na ve zengin altın kaynaklarına sahip olması sayesinde önemli bir zenginliğe ulaşmışlardı.

Lidya devleti MÖ 546 yılında Pers Kralı Kryos (Kirus) tarafından yıkılmıştır.

AVRUPA MEDENİYET HAVZASI

Sami dillerinde güneşin battığı yer anlamındaki “erep” kelimesinden türeyen bu ad Yunancada Europa hâlini almış ve Adalar Denizi’nin batısındaki ülkeler için kullanılmıştır.

Avrupa, kuzeyde Arktik Okyanusu, batıda Atlantik Okyanusu, güneyde Akdeniz ve doğuda Asya ile çevrili bir kıtadır.

Kıta, tarih öncesi devirlerden itibaren insanoğluna ev sahipliği yapmış, Yunan ve Roma gibi köklü medeniyetler meydana getirmiştir.

YUNAN ŞEHİR DEVLETLERİ

Ege denizinin etrafındaki alanda ortaya çıkan Yunan şehir devletleri, Avrupa medeniyetinin oluşmasına önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Bu şehirlerden Atina ve Sparta bölgede öne çıkan iki önemli kentdir. Bu şehirler dış tehditlere karşı birlikte harekete ederken, barış zamanlarında genellikle birbirleriyle çekişme halinde olmuşlardır.

Atina Şehir Devleti’nin gücü bir donanması varken Spartan’ın piyadelerden oluşan kara ordusu vardı.

Atina-Sparta rekabeti birçok savaşa sebep olduğundan Yunan şehir devletlerinin aralarında birlik sağlaması uzun bir süre mümkün olamamıştır.

ROMALILAR

MÖ 756’da temelleri İtalya’da atılan Roma Krallığı MÖ 509 yılında bir ihtilalle Cumhuriyet’e dönüşmüştür. Bu süreçte yayılmacı bir anlayış sergileyen Roma, devrin en güçlü ordusunu kurmuştur.

Roma’da Cumhuriyet Dönemi MÖ 27’de yerini imparatorluğa bırakmıştır. Roma, bu iki dönemde sınırlarını genişleterek eyaletlerden oluşan küresel bir devlet olmuştur. Sahip olduğu topraklarla bağını güçlü tutmak için iyi organize olmuş yollar inşa etmiştir.

Roma Devleti, Kavimler Göçü’yle birlikte Doğu- Batı olarak ikiye ayrılmıştı. Batı Roma, Vizigot ve Vandal saldırıları sonucu zayıflayarak MS 476’da yıkılmış; Doğu Roma ise Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u fethiyle son bulmuştur.

MAKEDONYA

MÖ 12. yüzyıldaki Dor göçleri ile temelleri atılan Makedon Devleti, II. Philip ile güçlü bir ordu kurmuş ve Yunanistan’ın büyük bir bölümüne hakim olmuştur. Fakat Philip’in ölümüyle birlikte tekrar isyanlar başlamıştır.

Oğlu Alexander (Büyük İskender) MÖ 4. yüzyılda Yunan şehir devletlerinde tekrar düzeni sağladıktan sonra doğuya yönelmiştir. Pers Devleti’ne son vermiş, Asya’nın güneyinde İndus Vadisi’ne kadar olan toprakları ve Afrika’da Mısır’ı ele geçirmiştir. Doğu ve Batı kültürünü birleştirerek sentez bir kültür (Helenistik) meydana getirmiştir.

İskender’in ölümünden sonra toprakları Diadohlar adı verilen komutanları arasında bölüşülmüş ve zamanla Roma hakimiyetine girmiştir.

TÜRKİSTAN MEDENİYET HAVZASI

İranlılar ve Araplar, Türklerin yaşadığı Orta Asya’yı “Türk yurdu” anlamına gelen Türkistan olarak adlandırmışlardı.

6. yüzyılda Batılılar tarafından Turkhia (Türkiye) olarak adlandırılmış olan bölge, kuzeydoğuda Baykal Gölü, güneybatıda Gobi Çölü’nden başlayıp batıda Hazar Denizi’ne kadar uzanmaktadır.

Türkistan’da genellikle konargöçer hâlde yaşayan Türkler, kağanın liderliğinde boy federasyonu şeklinde örgütlenmişlerdi. Konargöçer hayatın etkisiyle teşkilatçı bir yapıya sahip olmuşlardı.

İSKİTLER

Konargöçer bir topluluk olan İskitler MÖ 9. yüzyılda Türkistan’da baş gösteren kıtlık ve kuraklık sebebiyle Hiung-nular’la (Hunlar) giriştikleri mücadeleyi kaybederek önce Karadeniz’in kuzeyine göçmüşlerdir.

Atı, savaş alanlarında çok etkili kullanan İskitler sonra batıya ve güneye doğru hareketle Anadolu ve Mezopotamya’da süvari birliklerinin kullanılmasına öncülük etmişlerdir.

İskitler,Anadolu ve Mezopotamya’nın siyasi ve demografik yapısını da etkilemişlerdir.

ASYA HUNLARI

MÖ 220 yılında kurulan Asya Hun Devleti, Türklerin Asya’nın içlerinde kurdukları bilinen ilk devlettir.

MÖ 209 yılında Mete’nin Kağan olması ile Asya Hunları seferler düzenleyerek Çin İmparatorluğu’nu yenilgiye uğratılmıştır.

Asya Hun Devleti tarihi, Türk tarihi açısından ordu yapılanmasından devlet teşkilatına kadar birçok alanda ilklerin ortaya konulduğu bu devirdir.

Asya Hunları Çin entrikalarının da etkisiyle artan taht kavgaları sonucunda güney ve kuzey olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Sonrasında hem komşularıyla hem de Çin’le olan mücadeleler neticesinde yıkılmıştır.

SÜMERLERİN YÖNETİM VE ORDU SİSTEMLERİ

MÖ 3200’de yazının mucidi olan Sümerler, devletlerin ortaya çıkmasını sağlayacak siyasi örgütlenmeyi de meydana getirerek dünya tarihinin seyrini değiştirmişlerdir.

Sümerler otuzun üzerinde şehir ve kasabanın bulunduğu Güney Mezopotamya’da kurulmuştur. Her büyük şehir bir krallık gibi örgütlenmiştir. Krallar devletin idare yetkisini ellerinde tutmanın yanında başrahip, başkomutan ve başyargıç olma niteliklerine de sahiptir.

Kentler arasında sınır anlaşmazlığı sebebiyle uzun süren savaşlar yaşandığından kentlerin etrafı surlarla çevrilmiştir. Sümer kentleri zamanla büyüyerek devletleşmiş, bu durumda savunma endişesi artmış ve düzenli askerî birlikler kurulmuştur.

Savaş arabalı askerler ve piyadelerden oluşan Sümer ordularında kullanılan savaş aletleri ok, yay, balta, mızrak, kalkan ve miğferdir. Sümerlerde askerler üniforma benzeri kıyafetler giyip aynı türde silahlar kullanmıştır.

MISIRLILARIN YÖNETİM VE ORDU SİSTEMLERİ

MÖ 3. binyılda Nil havzasındaki Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır’ın birleşmesiyle büyük bir devlet hâline gelen Antik Mısır krallıkla yönetilmişti. MÖ 2950- 332 yılları arasında otuzun üzerinde hanedanın yönetimi ele geçirdiği dönemler yaşanmıştı.

Mutlak güce sahip olan Mısır kralları MÖ 15. yüzyıldan sonra firavun ünvanını kullanmaya başlamışlardı ve adlarına anıtsal mezarlar (piramitler) inşa edilmiştir. Mısır kralları, zamanla tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edilmeye başlanmış ve tanrısallaştırılmıştı.

Gerektiğinde asker gönderen ve kral adına vergi toplayan valiler merkezden bağımsız hareket edebilmişti. Zamanla valilerin askerî yükümlülükleri ile mahkeme ve tapınaklardaki yükümlülükleri ortadan kaldırılarak eyaletlerin başına kral tarafından görevliler atanmıştı. Askerî ve sivil üst düzey görevlere hanedan üyesi soylular getirilmişti.

Mısır ordusu başlangıçta valilerin topladığı milis kuvvetlerden oluşmuştu. Sürekli savaş hâli içinde olmayan devlette düzenli bir orduya da ihtiyaç duyulmamıştı. Fakat iç kargaşa ve isyanlardan ders alınarak gençlerden oluşan bir ordu kurulmuştu.

Mısır ordusunda paralı askerler ve köle savaşçılar da kullanılmıştı. Ayrıca sınır güvenliği için tehdit unsuru olan konargöçer savaşçılar orduda istihdam edilerek tehlike kaynağı olmaktan çıkarılmıştı.

Orduda kullanılacak metal silahların üretimi için bakır yönünden zengin olan bölgeler ele geçirilmişti. Savaş aleti olarak ok, mızrak, kama ve kalkan kullanılmıştı. Mısır ordusunu çağdaşlarından güçlü kılan, bu metal silahları yanında atlı savaş arabalarıydı. Kızıldeniz’de güvenliği sağlamak için de gemiler inşa edilmişti.

Bu ordu sayesinde kralın otoritesini kabul etmeyen valiler itaat altına alınmış, firavunun güvenliği sağlanmış ve ticaret kervanları her türlü saldırıdan korunmuştu.

AKADLARIN YÖNETİM VE ORDU SİSTEMLERİ

Günümüzde Bağdat’ın güneyinde kalan bölgede MÖ 2350-2150 yılları arasında devlet olarak varlığını sürdürmüş olan Akadlar krallıkla yönetilmişti.

Sami kökenliler tarafından kurulan devlet zamanla Mezopotamya’nın tamamına hâkim olarak çok uluslu bir yapı kazanmıştı.

Şehir devleti modelinden büyük devlet modeline geçen Akadlarda krallar “dünya hâkimi” olarak anılmış ve Akad Devleti de “dünya imparatorluğu” ve “tanrı krallığı” olarak nitelendirilmişti.

Düzenli ve güçlü bir ordunun yanı sıra güçlü yönetim organizasyonuna sahip olmaları Akadları öne çıkarmıştı. Akadlar ilk daimî orduyu kurmuş fakat ordu ihtiyaçlarının karşılanması için düzenli bir sistem kurmamışlardı.

Kral Sargon ve onun torunu Kral Naramsin, hareket kabiliyeti olan güçlü ordularıyla merkezden uzak bölgelere seferler düzenleyerek ordunun ve başkentin ihtiyacını karşılamaya çalışmışlardı. Ancak Akad nüfusunun farklı din ve ırklardan oluşması ülkede sık sık isyanlar yaşanmasına sebep olmuş ve bu da merkezden uzak bölgelerdeki hâkimiyetin zayıflamasına yol açmıştı.

Ordu ihtiyaçlarının karşılanmasında süreklilik sağlanamayınca devlet, askerî gücünü kaybetmiş ve dağ kavimlerinin saldırıları sonucu yıkılmıştı.

Akkad krallarının, Sümer krallarından farklı olarak çok uzak bölgelere seferler düzenlemiş olmaları, kurdukları devletin bir imparatorluk olarak değerlendirilmesine yol açmıştır. Akkadlarla birlikte sınırları belirlenmiş kent devleti modelinden, “bütün dünyayı” yönetmeye aday bir imparatorluk düşüncesine geçildiğini veya bu düşüncenin temellerinin atıldığını söyleyebiliriz.

HİTİTLERİN YÖNETİM VE ORDU SİSTEMLERİ

MÖ 1650-1190 yılları arasında Anadolu’da varlığını sürdürmüş olan Hititler krallıkla yönetilmiştir.

Hitit kralları öldükten sonra tanrı olarak anılmış, kralların ruhlarına kurbanlar sunularak ayinler yapılmıştır. Kral öldükten sonra onun soyundan gelen vârisi tahta çıkmıştır.

Güney Batı Asya ve Mısır’la etkileşimin artması sonucu Hitit krallarının yetki ve otoritesi genişlemişti. Krallar; büyük kral, imparator ve tanrının gözdesi gibi ünvanlarla anılmıştır. Krallar, Fırtına Tanrısı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak başrahip ve başkomutan ünvanlarına sahiptir.

Hitit Devleti’nde memurlar idarî, askerî ve dinî işlerden sorumludur. Üst düzey görevlilerin bulunduğu Pankuş adı verilen bir meclis vardır. Sorumlulukları oldukça geniş olan ve bütün işlerinde krala karşı sorumlu olan başyardımcı konumundaki saray görevlisi, kral adına başkent Hattuşaş’a uzak olan sınır bölgelerini idare etmiştir.

Yolların, kanalların ve tapınakların bakımını yaptırmış, vergi toplamış ve kalelerde asayişi sağlamıştır. Başka bir önemli görevi ise muhafız alayı komutanlığıdır. Hitit ordusunun başat unsurları piyadeler ve savaş arabalı askerlerdir. Piyadeler, savaş arabalı askerlere nispetle daha kalabalıktır. Piyadelerin temel birliği, hür erkekler arasından askerî mesleğe girenler ve imparatorluğun çeşitli bölgelerinden askere kaydedilenlerden oluşmuştur. Savaşlarda asıl vurucu unsurlardan olan piyadeler aynı zamanda sınırlardaki kalelerin güvenliğini sağlamak ve isyanları bastırmakla görevlidir.

Hitit askerleri savaş aleti olarak pala ve baltanın yanı sıra uzun mızraklar da kullanmıştır. Hitit ordusunda kullanılan silahlar bronzdan imal edilmiştir. Hitit ordusu, düşman kuvvetlerine savaş arabalarıyla saldırarak onları zayıflattıktan sonra esas darbeyi piyadelerle indirmiştir.

Hititler günümüzde Suriye sınırlarında kalan Kadeş şehrini Mısır’a karşı savunmuş ve savaştan bir süre sonra iki büyük devlet arasındaki ilk barış antlaşması olan Kadeş Antlaşması’nı imzalamıştır.

Hitit ülkesinin imparatorluk karakterini yalanlamaz. Bugüne değin “imparatorluk” terimi şu durumları tanımlamak için kullanılmıştır:

a) Bir merkezi iktidarın geniş toprakları ve birkaç toplumu içine alıp, askeri fetihlerle ve zor kullanarak onlara egemen olması, uyruğuna aldığı ülkelerin üretim fazlasından yararlanması;

b) Üstün bir idari çerçevenin varlığı. Öyleyse Hitit devleti daha önce olmasa da, en azından yaklaşık 1400’den itibaren kesinlikle bir imparatorluktu.

ROMALILARIN YÖNETİM VE ORDU SİSTEMLERİ

Roma Devleti, günümüzde İtalya sınırları içindeki Roma’da bir şehir devleti olarak kurulmuş ve sonra çok geniş bir alana hâkim olmuştu.

Şehir devleti ölçeğinde olduğu dönemde krallıkla yönetilmişti. Roma Devleti, 300 klandan oluşmuştu ve yalnızca bu klanlardan birine üye olan yetişkin erkekler yurttaşlık haklarına sahipti. Bu klanlardan birine mensup olmayanlar siyasi haklara sahip olmadıkları gibi askerlik de yapamazlardı.

MÖ 509’da cumhuriyet idaresine geçilmişti. Aristokratların egemen olduğu bu sistemde kralın yetkileri iki yüksek devlet memurunda toplanmıştı. Konsül denilen bu yetkililer, idari konularda senatoya danışırlardı.

MÖ 27’de İmparatorluk Dönemi başlamıştı. Bu yönetim sisteminde hükümdarın yetkileri artmış, senatonun etkisi ise azalmıştı. Zamanla yönetim sistemi mutlak monarşiye benzer bir hâl almıştı.

Paganizmin hâkim din olduğu ve başta Casear (Sezar) olmak üzere hükümdarların başrahip ünvanını kullandığı Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlık ilk ortaya çıktığında devlet tarafından yasaklanmıştı. Sonraları Roma’nın evrensel imparatorluk anlayışına katkıda bulunacağı düşünüldüğünden 380’de resmî din olarak kabul edilmişti.

Roma Devleti; güçlü, düzenli ve disiplinli bir orduya sahipti. Ordunun çoğunluğu piyadelerden oluşmuş ve her Roma yurttaşı asker kabul edilmişti.

Zamanla askere daha fazla ihtiyaç duyulması üzerine paralı asker istihdamı da başlamıştı. Roma ordusu lejyon adı verilen askerî birliklerden oluşmuş, askerler de lejyoner olarak adlandırılmıştı.

Çoğunluğu piyade olan lejyonerler, zırh, miğfer ve yakın dövüş silahlarıyla donanmıştı.

Roma askerleri kullandıkları miğfer, zırh, kılıç ve kalkanlar sayesinde rakip ordular karşısında avantaj sağlamıştı.

Üstten ve yanlardan gelebilecek saldırılara karşı Roma piyadelerinin kalkanlarını kullanarak korunmasını sağlayan savunma taktiği, kaplumbağa düzeni olarak adlandırılmıştı. Fakat kullandıkları bu teçhizat onların hareket kabiliyetini kısıtlamıştı. Karada güçlenen Roma ordusu, Akdeniz hâkimiyeti için büyük bir donanmayla da desteklenmişti.

ASYA HUN DEVLETİ’NİN YÖNETİM VE ORDU SİSTEMLERİ

Eski Çağ Türklerinden günümüze kalan yazılı kaynak bulunmaması dolayısıyla bu dönemde yaşamış olan Türklerle ilgili bilgilerin çoğu Çin kaynaklarına dayanmıştır. Çin yıllıklarına göre Hunlara ait ilk bilgiler MÖ 318 yılına aittir.

Yazılı kaynaklara göre İç Asya’da yaşayan Türklerin buraya hâkim olarak kurdukları ilk devlet MÖ 220 yılında kurulan Asya Hun Devleti, devletin bilinen ilk hükümdarı ise Teoman’dır.

Teoman ve sonraki hükümdarlar; şanyü, kağan ve han gibi ünvanlar kullanmıştır.

Eski Türklerde ülkeyi yönetme yetkisinin Tanrı tarafından verildiğine inanılmış ve bu inanç “kut” olarak ifade edilmiştir. Asya Hun hükümdarı “Gök Tanrı’nın, güneşin, ayın tahta çıkardığı Tanrı ‘kut’u Tanhu” olarak kabul edilmiştir. Şanyü ölünce yerine şanyünün en büyük oğlu veya kardeşi geçmiş fakat vârisler arasında çoğu kez taht kavgası yaşandığından yönetimde istikrarın sağlanması güçleşmiştir.

Eski Türkçede “il” terimiyle adlandırılan devletin “bağımsızlık, vatan, halk ve töre” olmak üzere dört temel unsuru vardır.

Hükümdar yönetimle ilgili kararlar alırken “toy” veya “kurultay” adındaki meclise danışmıştır.

Asya Hun Devleti’nde askerlik özel bir meslek olarak görülmemiş, orduda ücretli asker istihdam edilmemiştir. Bütün idari görevliler aynı zamanda orduda komutanlık yaptığı için askerî disiplin devlet mekanizmasına da yansımıştır. MÖ 209 yılında devletin başına geçen Mete Han ordu sisteminde reformlar yapmıştır. Bu yıl, günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sembolik olarak kuruluş yılı kabul edilmiştir.

Mete Han uyguladığı onlu sistemle orduyu birliklere bölerek komuta etmiş, 10.000 kişilik 40 tümenden oluşan Hun ordusunun mevcudu 400.000’e erişmiştir. Boyların askerî kuvvetleri savaş esnasında bir ordu düzenine girip baş komutan tarafından disiplinli bir şekilde yönetilebilmiştir.

Mete Han, kendi icat ettiği ıslık çalan oku ile ordusundaki okçuları hareket ettirmiştir. Savaşlarda genellikle Turan taktiği uygulanmıştır. Sahte bir geri çekilme ile pusu kurulduktan sonra düşman ordusu çevrelenmiş ve okçularla uzaktan vurulmuştur. Ok ve yaydan başka mızrak, süngü, kalkan ve kılıç da kullanılan silahlardandır. Demircilikte gelişmiş olduklarından bu madeni, silahlarının etki gücünü artırmak için de kullanabilmişlerdir.

DevletlerYönetim ŞekliEgemenlik AnlayışıMeşruiyet Kaynağı
SümerlerTeokratik MonarşiTanrısal HakDin (Tanrılar)
MısırlılarTeokratik MonarşiTanrısal HakDin (Firavun Tanrısal)
AkadlarMutlak MonarşiGüçle Kazanılmış HakAskeri Güç
HititlerTeokratik MonarşiTanrısal HakDin
RomalılarMonarşi (İlk Dönemler), Cumhuriyet (Orta Dönemler), İmparatorluk (Son Dönemler)Halkın Oyu, Senato, İmparatorun GücüYasa, Gelenek, İmparatorun Kişiliği
Asya HunlarıKağanlık (Göçebe Federasyonu)Kut (Göktanrı’nın verdiği Kutsal Güç)Göktanrı, Soy, Askeri Güç
DevletlerTeşkilat (Askerî Yapı)Teçhizat (Savaş Araç Gereçleri)
SümerlerŞehir devletlerinin kendi milis kuvvetleri. Savaş zamanlarında bir araya gelerek orduları oluştururlardı.Ok, yay, mızrak, balta, kalkan. Savaş arabaları kullanılmıştır.
MısırlılarDüzenli bir orduya sahiptiler. Okçular, piyadeler ve savaş arabalı birlikler önemli rol oynardı. Deniz kuvvetleri de önemliydi.Ok, yay, mızrak, kalkan, mızrak, savaş baltası. Savaş arabaları ve gemiler kullanılmıştır.
AkadlarGüçlü bir orduya sahip olan Akadlar, geniş topraklarını korumak için düzenli seferler düzenlerlerdi. Piyade ve savaş arabalı birlikler önemli rol oynardı.Ok, yay, mızrak, kalkan, mızrak, savaş baltası. Savaş arabaları kullanılmıştır.
HititlerPiyade ve savaş arabalı birliklerden oluşan güçlü bir orduya sahiptiler. Demir işçiliğinde uzmanlaşmışlardı.Ok, yay, mızrak, kalkan, savaş baltası, demirden yapılmış kılıçlar ve zırhlar. Savaş arabaları kullanılmıştır.
RomalılarLejyonlar adı verilen disiplinli birliklerden oluşan güçlü bir orduya sahiptiler. Piyade ağırlıklı bir orduydu.Gladius (kılıç), pilum (mızrak), scutum (kalkan). Mühendislik yapıları ve kuşatma aletleri kullanırlardı.
Asya HunlarıGöçebe bir toplum olmalarına rağmen etkili bir atlı okçuluk taktiği kullanırlardı. Hafif zırhlar ve hızlı atlar kullanırlardı.Ok, yay, kılıç, kısa mızrak.

ESKİ ÇAĞ’DA HUKUKUN TOPLUMSAL DÜZENE ETKİLERİ

MEZOPOTAMYA

Eski Çağ’da Mezopotamya’da kurulan Sümer, Akad, Elam, Babil ve Asur devletlerinde kralın ülkesini tanrılar adına yönettiğine inanılmıştır.

Kaynağını dinden alan Mezopotamya kanunlarında krallar, kanunlar hazırlayarak toplumsal düzeni sağlamaya çalışmıştır.

Kanunlarda genellikle kısasa kıssas prensibi esas alınmıştır. Ancak bazı durumlarda suça verilecek ceza maddi ödemeye çevrilebilmiştir.

Kanunlar sadece erkeklerin haklarını değil kimi durumlarda kadın haklarını da gözetmiştir. Kanunlarda özel mülkiyetten aile hukukuna, can güvenliğinden devlete karşı sorumluklara bir çok konuda düzenlemeler yer almıştır.

Sümerlerde, Lagaş şehir devleti kralı Urkagina halkı zulümden korumak ve toplumsal düzeni sağlamak amacıyla bilinen ilk yazılı kanunları meydana getirdi.

Adaletname, talimatname gibi isimlerle anılan bu kanunlar, sonraki devlet yöneticilerine de ilham oldu.

Mezopotamya’da kurulan Babil Devleti’nin kralı Hammurabi, 282 maddeden oluşan yazılı kanunları Sümerlerden esinlenerek meydana getirdi. Kısasa kısas prensibiyle hazırlanan bu kanunlara uymayanlar oldukça ağır şekilde cezalandırıldı.

MISIR

Mısır’da firavunların görevi halkın ihtiyaçlarını karşılamak, kanunlar yapmak ve adaleti sağlamaktı. Mısır toplumunun işleyişinde hukuk kuralları önemli bir yer tutmasına karşın ne yazık ki kanuni düzenlemelere dair belgeler günümüze ulaşamamıştır. Ancak geç döneme ait sözleşmelerden hareketle Mısır hukukunun kaideleri tespit edilebilmiştir.

Ciddi suçlar ağır hapis ve idamla, daha hafif suçlar ise sakatlama ve kırbaçlama ile cezalandırılmıştır. Mısır hukuku mülkiyet, miras ve aile hukukuna dair kuralları da içermiştir.

ANADOLU

Eski Çağ’da Anadolu’da kurulan devletler hukuk sistemlerini oluştururken komşu medeniyetlerden özellikle Mezopotamya’dan etkilenmişlerdir.

Toplumsal düzeni sağlamaya çalışan Hitit, Urartu, Frigya, Lidya ve İyon devletlerinde hukukun kaynağı dinî inançtır.

Suçlulara genellikle maddi cezalar uygulanmıştır. Hititlere ait kanunların yazılı bir şekilde günümüze ulaşması Eski Anadolu hukuku açısından değerli bilgiler sağlamıştır.

Eski Hitit hukuku insanı ve tarımsal üretimi esas alan maddeler içermiştir. Saldırı, hırsızlık, cinayet, büyücülük, boşanma ve tarım üretimini aksatacak eylemlere karşı verilecek cezalar belirlenmiştir.

Hititler, toplum düzenini sağlamak ve korumak amacıyla 200 maddeden oluşan hukuk kurallarını tabletlere yazdılar. Tarihsel süreçte toplumun ihtiyaçlarına göre şekillendirdikleri kanunlarına yenilerini ilave ettiler.

Anadolu hukuku açısından tarımsal üretimi korumayı amaç edinen Frig kanunları da özel bir yere sahiptir.

AVRUPA

Eski Çağ’da Akdeniz çevresinde kurulan Yunan (Hellen) medeniyeti, toplumsal düzeni sağlamak amacıyla doğu medeniyetlerinden esinlenerek kanunları yazılı hâle getirmiştir.

Atinalı Solon, Spartalı Lycurgus kanun koyuculardır. Yunan mahkemelerinde evlenme-boşanma, veraset ve cinayet gibi meselelerde verilecek cezalar karara bağlanmıştır.

İtalya Yarımadası’nda kurulan Roma Devleti’nin ilk yazılı kanunları 12 Levha Kanunlarıdır. Bu kanunlar soylular ile halk arasındaki sınıf mücadeleleri sonucunda toplumsal düzeni sağlamak amacıyla 12 bronz levhaya yazıldı. Günümüz hukukunun temellerini oluşturan bu kanunlar özellikle toplumsal sınıflar arası eşitlik ve mülkiyet haklarını ön plana çıkarmıştır.

TÜRKİSTAN

Eski Çağ’da Türkistan’da yazısız hukuk kuralları (töre) uygulanmıştır. Hukukun kaynağı Gök Tanrı inancıdır. Toplumsal düzeni sağlamak amacıyla düzenlenen kanunlar (töre) kurultaylarda belirlenmiştir. Devlet organları ve tüm halk töreye uymak zorundaydı.

İşlenen suçlara verilen cezalar herkes için aynı olmuş, kimseye ayrıcalık tanınmamıştır. Töre hukukunda adalet, iyilik, eşitlik ve kişilik gibi konular ön planda tutulmuştur.

Konargöçer yaşam tarzından dolayı Türk töresinde uzun süreli hapis cezaları yoktur. Töreye göre devlete isyan, askerden kaçma, cinayet, hırsızlık, tecavüz gibi suçların cezası ölümdür.

ESKİ ÇAĞLARDA AİLE VE KADIN

MEZOPOTAMYA

Mezopotamya kanunlarında kadınlarla erkeklere uygulanan kural ve cezalar eşit değildi. Kanunlar erkeklerin menfaatine olacak şekilde hazırlanmıştı.

ANADOLU

Hititler toplumun yapı taşı olan aile kurumuna çok önem verdiler. Evlilik sözleşmesi ile kadın, erkek ve bu evlilikten doğacak çocukların haklarını kanunlar çerçevesinde korudular.

Hitit toplumunda kadınlar çalışma hayatına işçi, ebe, şifacı olarak katıldılar.

AVRUPA

Avrupa medeniyetlerinden biri olan Roma’da aile, paterfamiliasın yani aile babasının hakimiyeti altında yaşayan tüm bireylerden oluşuyordu.

Kadının evlilik yoluyla erkeğin ailesine dahil olabilmesi için manus’un tesis edilmesi yani eşinin veya onun babasının hakimiyeti altına girdiğine yönelik bir sözleşme yapılması gerekirdi.

Roma’da kadınlar ekonomik ve sosyal haklarını, hakimiyeti altına girmeyi kabul ettikleri vasileri aracılığı ile kullanabilirlerdi. Kadınların toplum içindeki statüleri buna göre belirlenirdi.

TÜRKİSTAN

Türkler aile, devletin temeli olarak kabul edilirdi. Ataerkil aile yapısına sahip olan Türklerde babanın hak ve özgürlükleri diğer medeniyetlerde olduğu gibi sınırsız değildi. Şartlar gereği konargöçer yaşam tarzı benimseyen Türklerde kadın, erkeğe eşit bir aile üyesiydi.

ESKİ ÇAĞ’DA İNANÇ, BİLİM VE SANAT ANLAYIŞLARI

MEZOPOTAMYA HAVZASINDA İNANÇ, BİLM VE SANAT

Mezopotamya uygarlıklarının temeli Sümerler tarafından atılmıştır. Ne var ki pek çok alanda önemli gelişmelere öncülük yapan Sümerlerin ortaya koyduğu sanatsal eserler taş ve ağacın olmadığı bu coğrafyada kerpicin kullanımı nedeniyle büyük ölçüde kaybolmuştur.

Asurlar, Mezopotamya inanç geleneğini kendi baş tanrıları Assur’un etrafında şekillendirerek devam ettirmişlerdir. Asur bilimine bakıldığında Asurlar özellikle astronomi ve tıp alanında önemli gelişmeler göstermişler ve bu gelişmeleri tabletlerine kaydetmişlerdir. Asurlar sarayların giriş kapılarına lamaşşu adı verilen heykeller dikmişlerdir. Lamaşşu adı verilen bu heykeller insan, boğa ve aslan başlı olarak tasvir edilmiştir.

Mezopotamya’daki tapınakların kendine özgü bir yapısı vardı. Basamaklı piramit şeklinde olan ve ziggurat adı verilen tapınaklar, Mezopotamya halklarına Sümerlilerden kalmıştı. Zigguratlar ibadet yeri, okul, arşiv, depo ve rasathane olarak kullanılırdı.

 Sümerliler gibi Asurlular da kent merkezlerine manevi güç kazandırmak için tapınaklar yaptırmışlardı. Asur şehrinde tüm büyük tanrılar için tapınaklar inşa edilmişti. Ülkenin başkenti ve eyaletlerde baş tanrı Asur’un yanı sıra İştar, Şamaş, Sin, Adad ve Ninurta gibi önde gelen tanrılar adına tapınaklar bulunmaktaydı.

MISIR HAVZASINDA İNANÇ, BİLM VE SANAT

Tarihi günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncesine dayanan Mısır medeniyetinde çok tanrılı inanç sistemi hâkimdir ve firavunlar tanrı kral olarak kabul edilmiştir.

Ölümden sonraki yaşama inanılan Mısır’da ölülerin beden ve ruh bütünlüğünü korumak maksadıyla mumyalama işlemi yapılmış, ölüler değerli eşyalarıyla gömülmüştür.

Eski Çağ’da Mısır’da krallar ve üst dereceli görevliler için piramit adı verilen anıt mezarlar inşa edilmiştir. Ayrıca Mısırlılar mimari, resim, heykel ve kuyumculukta da ileri gitmişler önemli eserler bırakmışlardır.

MÖ 3000 yıllarında kendilerine özgü hiyeroglif yazısı denilen resim yazısını kullanmaya başlayan Mısırlılar, yazılarını Nil Nehri kıyısında yetişen papirüs bitkisi üzerine yazmışlardır.

Eski Mısır döneminden kalma mumyalar onların tıp ilmindeki ilerlemelerinin en güzel örneğidir. Piramitler ise geometri ve matematikteki başarılarını ortaya koymuştur. Mısırlılar astronomi konusunda da oldukça önemli işlere imza atmışlardır. Bugün kullandığımız güneş yılı esasına dayanan takvimi icat etmişlerdir. Bir yılı on iki aya, bir ayı otuz güne bölmüş, mevsimleri üçe ayırmış ve yılların başlangıcını kral değişikliğine göre ayarlamışlardır.

ANADOLU HAVZASINDA İNANÇ, BİLM VE SANAT

Anadolu uygarlıkları içerisinde bilinen ilk devlet olan Hititlerin inancı çok tanrılıdır. Hititler tanrılarının insan özelliklerine sahip olduğunu düşünmüşler ve tanrıları adına günlerce süren bayramlar düzenlemişlerdir. Binlerce tanrıya inanan Hititler tanrılarının adına çok fazla tapınak yapmıştır.

Hititler bilim alanında özellikle astronomiye ve tıbba ağırlık vermişlerdir. Doğayı ve gökyüzü olaylarını gözlemlemeye, hastalıkların teşhis ve tedavisine önem vermiştir. Bazı dinî ritüelleri onların özellikle hayvan anatomisi konusunda bilgili olmalarını sağlamıştır. Hititler çivi yazısı ve hiyeroglif yazısı kullanmışlardır. Hititler yazılarını genellikle tahta tabletler üzerine yazıyorlardı, bu nedenle Hattuşaş kütüphanesinin büyük bölümü kaybolmuştur.

MÖ 9. yüzyılda Doğu Anadolu bölgesinde Van merkezli olarak kurulan Urartulular kaleleri, sarayları, yazıtları, mezarları, su kanalları ve barajları ile önemli izler bırakmıştır. Sanatta ileri bir noktaya ulaşan Urartulular duvarlarını motiflerle süslemiş, maden işleme sanatında ileri seviyede eserler vermişlerdir.

Çok tanrılı bir inanç sistemine sahip olan Urartulular inançlarını savaş tanrısı olan baş tanrıları Haldi’nin etrafında şekillendirmiştir. Urartularda mezarlar geniş ve yüksek bir salon ile bunun çevresindeki odalardan oluşurdu. İçine çok sayıda bireyin gömülebildiği bu oda-mezar anlayışı ahiret inancının göstergesidir.

Bulundukları çetin coğrafi şartlara rağmen tarımı etkili kılacak teknikler geliştirmeleri Urartuluların bilimi göz ardı etmediklerini göstermiştir. Özellikle günümüze değin ulaşan Şamran Kanalı (Van) bunun en güzel kanıtlarındandır.

AVRUPA HAVZASINDA İNANÇ, BİLM VE SANAT

Çok tanrılı inanca sahip olan Yunanlılar, tanrıları adına dört yılda bir olimpiyatlar düzenlemişlerdir. İnanç sistemlerinin şekillenmesinde Mezopotamya ve Mısır inancının önemli etkileri söz konusudur.

Büyük bir uygarlık kuran Yunanlılar, sanatta özellikle mimari, heykel ve seramik gibi alanlarda başarılı eserler ortaya koymuşlardır. Yunan sanatı kendilerinden sonraki uygarlığa ilham ve örnek olmuştur. Yunanlılar; tapınaklar, tiyatrolar, agoralar, hazine binaları, stadyumlar vb. gösterişli ve dikkat çekici eserler ortaya koymuşlardır.

Tanrı ve insan heykelleri yapmışlar, tapınakların duvarlarını kabartma ve resimlerle süslemişlerdir. Doğu kültüründen etkilenerek mitolojik figürlerle süsledikleri vazolar yapmışlardır.

Yunanlılar, Doğu medeniyetlerinin temelini attığı bilimleri daha sistematik hâle getirmiş, matematik ve astronominin ilerlemesini sağlamıştır. Astronomiyi bilim dalı hâline getirmişlerdir. Mısır’da kullanılan güneş yılı esasına dayanan takvimi ve yirmi iki harften oluşan alfabenin temeli sayılan Fenike alfabesini geliştirmişlerdir. Sokrates, Platon ve Aristoteles en ünlü felsefecileridir. Tıp alanında da Hipokrat önemli çalışmalar yapmış, hastalıkların doğal bir durumdan kaynaklandığını ifade ederek modern tıbbın temellerini atmıştır.

TÜRKİSTAN HAVZASINDA İNANÇ, BİLM VE SANAT

Eski Çağ’da Türkistan’da yaşayan Türkler arasında yaygın olarak Gök Tanrı inancı görülmüştür. Ayrıca Şamanizm, atalar kültü ve tabiat güçlerine inanma da inanç sistemleri içerisinde yer almıştır.

Gök Tanrıyı tek yaratıcı olarak gören Türkler yılın belli zamanlarında hem Gök Tanrı hem de ataları için kurban kesmiştir.

Ayrıca Türkler güneş ve ay ile bazı nehir, dağ ve tepeleri kutsal saymıştır. Atalarının ruhlarına saygı duymuş, atalarının öldükten sonra da kendilerini koruduklarına inanmışlardır. Bundan dolayı da mezarlara yapılan herhangi bir saygısızlığı savaş nedeni saymışlardır.

Ölümden sonraki hayata inanan Türkler ölülerini atlarıyla beraber kurgan adı verilen oda şeklindeki mezarlara gömmüş ve mezarların üzerine balbal taşı (öldürdüğü düşman sayısı kadar) dikmiştir.

Konargöçer yaşamdan dolayı günümüze ancak taşınabilir malzemeler bırakan Türkler kullandıkları kemer tokalarını, hançerlerini, kılıç ve kap kacaklarını hayvan motifleriyle ve her boya özel olan tamgalarla süslemişlerdir. Kakmacılık, kuyumculuk, demircilik ve dokumacılıkta gelişmişlerdir.

Pazırık Kurganı’ndan çıkarılan dünyanın en eski halısı örneğinden anlaşıldığı gibi halı kilim dokumacılığına önem vermiş, halı motiflerine farklı anlamlar yüklemişlerdir. Tahta çıkma törenlerinde Türk kağanlarını halı üzerinde tahta kaldırmış, zaman zaman halı motiflerinin arasına gizledikleri şifrelerle iletişim kurmuşlardır.

Savaşçı bir yapıya sahip olan Türkler bakır ve demirden dönemin en ileri silahlarını üretmiş, kullandıkları kama, kılıç, miğfer ve zırhları değişik motiflerle süslemişlerdir. Tarihte ilk defa atı evcilleştiren Türkler dönemin koşullarında hayatı kolaylaştıran at koşum takımını ve at arabasını da icat etmişlerdir

Türkler öbür dünyada ikinci bir hayatın varlığına (âhiret) ve ruhların ebediliğine inanıyorlardı. Eski Türkçede (Gök-Türk, Uygur) ruh, can mânasında “tin” kelimesi kullanılıyordu. Bu, aynı zamanda “nefes” demekti, ölümü nefesin kesilmesi, ruhun bedenden çıkıp uçması şeklinde tasavvur ediyorlar. Böylece bazen “öldü” yerine “uçtu” diyorlardı. Ruhları öbür dünyaya göçen ataların orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları lâzımdı.

Eski Türk takvimi, her biri bir hayvan adı ile anılan ‘12 yıllık’ devre esasına dayanıyordu. Takvim 12 yılda bir başa döner. 1 yıl 365 gün, 5 saat olarak kabul edilirdi. Günün başlangıcı gece yarısı idi. Yılbaşı 22 Aralık (kışın gündüzün uzamaya başladığı ilk gün) idi. Aslında Ay yılına dayandığı söylenen bu 12 Hayvanlı Türk Takviminin Gök-Türkler zamanında Güneş yılına çevrildiği anlaşılmaktadır.

Tanrı Dağlarının zirvesinde bulunan Saymalı Taş, Türk tarihinin en eski izlerini taşıyan bir yer konumundadır. Eski Türklerin bu dağ zirvesine çıkarak tengriye kurban adaması ve kayaların üzerine resimler çizmesi, Türk tarihinin oldukça eski ve köklü bir medeniyete dayandığının bir göstergesi.

Türkler evreni kubbe şeklinde düşünmüşler, yurt adını verdikleri çadırlarını da kubbe şeklinde yapmışlardır.

Dünyanın bilinen en eski halısı M.Ö. V-IV. y.y. olarak tarihlenen Orta Asya’da Pazırık Kurganları adı verilen anıt mezarlarda yapılan arkeolojik kazılarda bulunmuştur. Hun kavimlerine ait olan bu mezarda ele geçirilen halı aynı zamanda dünyanın en eski düğümlü halısıdır. Pazırık halısı, hayvan ve insan figürleri ile bitkisel ve geometrik motifler kullanılarak dokunmuştur.

KONARGÖÇERLİĞİN TÜRK KÜLTÜRÜNE ETKİLERİ

Keregü, kerekü ve yurd adı verilen ve bir ahşap düzenekten meydana getirilen yuvarlak planlı karkasın üzerine kalın keçe örtülülerle kaplanan bu çadırlar Türklerin barınaklarıdır.

Eski Türklerin sosyal hayatı incelendiğinde, ailelerin aile büyükleriyle birlikte birkaç çadırdan oluşan obalarda yaşadıkları görülmektedir. Bu obalarda aynı soydan gelen diğer kişilere ait çadırlarda bulunuyordu.

Eğer erkek çocuk evlenirse kendi ailesiyle birlikte farklı çadıra taşınmaktaydı. Evin en küçük erkek çocuğu evlense dahi evlendikten sonra da köl unvanıyla anne babasıyla birlikte yaşamaya devam eder.

Türkistan’ın sert karasal iklimi, otlakların azlığı, boylar arasındaki mücadeleler, hayvan hastalıkları, siyasi mücadeleler gibi çeşitli faktörler Türklerin yaşam tarzlarında belirleyici olmuştur. Türkler yerleşik yaşama geçmeden önce hayat tarzı olarak konargöçerliği benimsemişlerdir. Türkistan’da yaşayan Türk boylarının ekonomileri hayvancılığa dayalıdır.

Yerleşik yaşam tarzı dışındaki yaşam biçimleri göçebelik ve konargöçerliktir. Hayvan sürülerini otlatmak ve geçici yerleşimler kurmak amacıyla düzenli olarak yer değiştiren topluluklara göçebe, mevsime bağlı olarak iki bölge (yaylak-kışlak) arasında gidip gelen topluluklara da konargöçer denir

Büyük Selçuklu Devleti’nin siyaseti sonucunda, göçle birlikte Anadolu’ya gelen ve buralarda yerleşik yaşama geçirilen Türkler, yerleştirildikleri coğrafyaya göre isimlendirilmişlerdir. Ancak genel anlamda göçer Türk kabileleri, Türkmen ve Yörük isimleriyle bilinmektedirler.

At, bozkırın en önemli unsurudur. Savaş aracı ve binek hayvanı olması, etinden ve sütünden faydalanılması bakımından önemli bir konuma sahiptir. Diğer önemli unsur koyundur. Koyun yününden hem giyecekler hem de dokuma halılar yapmış, bunları satarak ekonomilerine katkı sağlamışlardır.

Çadırlarda oturma, dinlenme, yatma, yemek pişirme faaliyetlerinin tamamı çadır içerisinde gerçekleşmektedir. Çadırın orta yerinde “korluk ‘’adı verilen ateş ve onun üzerinde baca bulunur.

Türkler arasında sınıf ayrımı yapılmamış, eli silah tutan herkes asker sayılmıştır. Konargöçer yaşam Türkleri savaşçı, sabırlı, disiplinli, teşkilatçı, cesur bir millet yapmıştır. Bu yaşam tarzı Türklere hızlı ve toplu hareket etme yeteneği de kazandırmıştır. Aile, konargöçer Türklerin toplum yapısındaki en temel birimdir

Konargöçer Türk toplulukları arasında sosyal tabakalaşma yoktu. Ailelerin birleşmesiyle sülaleler, sülalelerin birleşmesiyle kabileler, kabilelerin birleşmesiyle boylar, boyların birleşmesiyle de devlet teşkilatı ortaya çıkmıştır.

Sosyal yapı

Oguş: Aile

Urug: Sülaleler birliği

Boy: Kabileler birliği

Budun: Boylar Federasyonu

İl: Devlet

Türklerin yaşamında ata binmenin ve ok atmanın önemi çok büyüktür. Ok atma ve biniciklik faaliyetleri dışında cirit atma, gülle atma, gülle atma, güreş, labut atmak, gökbörü ve çevgen oynamak gibi spor faaliyetleri ile de uğraşmışlardır.

Konargöçer Türkler hayvan eti, bitkiler ve tahıllarla beslenmiş, en çok da et tüketmiştir. Yahni ve tutmaç Türkler tarafından sevilen yemeklerdendir. Sütlü darı, peynir, yoğurt, yağ vb. konargöçer hayatın vazgeçilmez yiyecekleri arasındadır. İçecek olarak ise kısrak sütünden elde edilen kımızı tercih etmişlerdir. Türkler elbiseye ton (don) demiş, giysilerini yaparken kuzu, koyun, sığır ve tilki derisi ile koyun, keçi ve deve yününden yararlanmıştır.

Romalılar keten gömleği ilk defa Avrupa Hunlarında görmüştür. Konargöçer yaşamda pantolon ve ceket önemli giysilerdendir. Türkler ayaklarına deriden yapılmış çizme veya çaruk (çarık) giymiş, başlarına börk denilen başlık takmıştır.

Günümüzde Anadolu’da konargöçer yaşamı benimseyen Türkler “yörük” adıyla bilinir. Toroslardaki yaylalarda konargöçer biçimde yaşayan Sarıkeçili yörükleri günümüzde konargöçer yaşam kültürünü devam ettiren toplulukların son temsilcilerindendir.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post

DERS NOTLARI TARİH 9

9. Sınıf Tarih III. Ünite Orta Çağ Medeniyetleri Ders Notları9. Sınıf Tarih III. Ünite Orta Çağ Medeniyetleri Ders Notları

Bu yazımızda güncel müfredata göre hazırladığımız 9. sınıf tarih dersi 3. ünitesi olan Orta Çağ Medeniyetleri ünitesinin özet ders notlarını paylaşıyoruz. 9. sınıf tarih kitabı özet pdf ders notları sayesinde derslerde daha başarılı olacaksınız. Maarif modeline uygun olarak hazırladığımız 9. sınıf