Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından Tarih dersleri için hazırlanan 1. dönem 2. yazılı sınavlarına yönelik örnek soru kitapçıkları ve cevap anahtarı, öğrencilerin sınavlara daha iyi hazırlanmasına yardımcı olmak amacıyla yayımlanmıştır. Bu yazımızda, Tarih dersi için hazırlanan örnek sorular ve çözümlerini detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Tarih dersi ortak sorularını çözerek tarih yazılılarından 100 alacaksınız.
9. SINIF TARİH DERSİ 1. DÖNEM 2. ORTAK YAZILI SENARYOLARINA YÖNELİK MEB SORU-CEVAP ÇALIŞMASI
Öğrenme Çıktısı: TAR.9.1.1. Tarih öğrenmenin bireye ve topluma faydalarını yorumlayabilme
1. Dünü bilmeyen bugünü anlayamaz; bugünü anlamayan yarını göremez, yarını inşa edemez hatta dünden gelen hamlelerin nedenlerini bile düşünemez.
Bu sözden hareketle tarih öğrenmenin topluma sağladığı katkılar hakkında ne söylenebilir? Yorumlayınız.
Tarih, toplumların kültürel miras ve değerlerini aktarmada kritik bir rol oynar. Geçmişin deneyimleri, gelenekler ve inançlar toplumsal kimliğin oluşumuna önemli bir zemin hazırlar. Bu bağlamda tarih bilgisi, bireylerin toplumun geçmişine dair farkındalığını artırır. Böylece tarihsel olayların ve süreçlerin günümüzdeki yansımaları daha iyi anlaşılır.
Tarih, geçmişteki deneyimlerden ders alarak toplumsal sorunların çözümünde daha bilinçli stratejiler geliştirilmesine yardımcı olur. Bu sayede toplumlar geçmişteki hatalardan ders çıkararak daha sağlam ve sürdürülebilir bir gelecek inşa edebilirler.
Öğrenme Çıktısı: TAR.9.2.1. Tarım Devrimi’nin Eski Çağ medeniyetlerindeki yerleşmeye ve ekonomik faaliyetlere etkisini değerlendirebilme
2. Geniş, düz bir arazide verimli toprakların ortasında insanlık tarihinin bilinen ilk kentlerinden biri vardı. Burası Çatalhöyük’tü. Günümüzden yaklaşık dokuz bin yıl önce bu yerleşim yerinde yaşadığınızı düşünün. Bitkileri ıslah edip tarım yapan insanlar artık toplu ve yerleşik bir yaşam sürmeye başlamıştı. Çatalhöyük, yerleşik yaşamın ilk örneklerindendi. Bu yerleşim yeri çok kalabalıktı. Çatalhöyük kentinde evler bitişik, yan yanaydı ve sokak neredeyse yoktu. Evlerin giriş kapısı damda yer alıyordu. Önce merdivenle evin damına çıkan insanlar kapıdan girdikten sonra merdivenle aşağı inerek evlerinin içine girebiliyordu. Avcı toplayıcı olan ataları gibi avlanmayı sürdürüyorlardı ama temel geçim kaynakları artık tarımdı. Buğday, arpa ve yulaf gibi bitkileri yetiştirmeyi biliyorlardı. Aynı zamanda evcilleştirdikleri hayvanları da vardı ve bunları evlerinin yakınlarında besliyorlardı. Keçi ve koyun yetiştirip bunlarla besleniyorlardı. Zanaat ve sanat, hayatlarının önemli bir parçasıydı.
Bu metinde, Çatalhöyük’ün Neolitik bir yerleşim yeri olduğunu destekleyen hangi kanıtlar bulunmaktadır?
Cevap:
Metinde Çatalhöyük’ün Neolitik bir yerleşim yeri olduğunu destekleyen birkaç önemli kanıt bulunmaktadır:
Öncelikle burada yaşayan insanların buğday, arpa ve yulaf gibi bitkileri yetiştirdiği ayrıca keçi ve koyun gibi hayvanları evcilleştirdiği belirtiliyor. Neolitik dönemin temel özelliklerinden biri insanların tarım yapmaya başlaması ve hayvanları evcilleştirmesidir. Bu, yerleşik hayata geçişin önemli bir göstergesidir.
Çatalhöyük’te insanların kalabalık bir yerleşim alanında bir arada yaşamaları ve evler inşa etmeleri göçebe yaşam tarzının terk edildiğini göstermektedir.
Tüm bu unsurlar Çatalhöyük’ün Neolitik bir yerleşim yeri olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Öğrenme Çıktısı: TAR.9.2.1. Tarım Devrimi’nin Eski Çağ medeniyetlerindeki yerleşmeye ve ekonomik faaliyetlere etkisini değerlendirebilme
3. İlk insanlar varlıklarını sürdürebilmek amacıyla önce akıllarını ve ellerini kullandı. O dönemde işlerini kaba taş aletlerle yapan bu insanlar, zamanla avcılık yapmak için ilkel araçlar tasarlamaya başladı. Ayrıca doğadan topladıkları besinleri de parçalara ayırarak tahılların ve meyvelerin tohumlarını çıkardı. Çıkarılan tohumların toprağa ekilmesi ve farklı ürünlerin hasat edilmesiyle Tarım Devrimi adı verilen bir süreç başladı.
Tarım Devrimi’nin getirdiği değişimlerin Eski Çağ medeniyetlerinin sosyal yapısı üzerindeki etkilerini yorumlayınız.
Cevap:
Tarım Devrimi, insanlık tarihindeki en önemli dönüşümlerden biri olarak eski çağ medeniyetlerinin sosyal yapısını derinden etkilemiştir.
Tarımın başlaması ile birlikte insanlar yerleşik hayata geçmeye başladılar.
Bu durum toplulukların büyümesini ve kalıcı yerleşim yerlerinin oluşmasını sağladı.
Yerleşik hayata geçiş insanların üretim yapmalarına olanak tanıdı. Artık yiyeceklerini doğadan toplamak yerine kendi tarım alanlarında yetiştirebilirlerdi.
Bu gıda temininde güvenliği artırarak nüfusun artmasına yol açtı.
Nüfus artışı sosyal yapının daha karmaşık hale gelmesini, farklı meslek gruplarının ortaya çıkmasını ve toplumsal hiyerarşiler oluşmasını sağladı.
Tarımın getirdiği artan üretkenlik zenginlik birikimini de beraberinde getirdi.
Bu durum mal ve hizmet alışverişinin başlamasına, ticaretin gelişmesine ve şehirlerin ortaya çıkmasına olanak sağladı.
Ticaret sosyal etkileşimleri artırarak kültürel değişimlere yol açtı. İnsanlar farklı bölgelerden gelen ürünleri ve bilgileri paylaşmaya başladılar.
Ayrıca tarım sayesinde elde edilen fazla ürün toplumda bir grup insanın tarımsal faaliyetlere katılmaktan başka işlerle uğraşmasına olanak tanıdı.
Bu, sanat, bilim, din ve yönetim gibi alanlarda uzmanlaşmayı teşvik etti.
Böylece sosyal sınıfların ve yöneticilerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Öğrenme Çıktısı: TAR.9.2.2. Eski Çağ’daki farklı medeniyetlerin yönetim ve ordu sistemlerini özetleyebilme
4. Hititlerde kral, Pankuş denilen asiller meclisince hanedan üyeleri arasından seçilirdi. Pankuş’un, kralı ve kraliçeyi yargılayıp cezaya çarptırma yetkileri vardı. Ancak devlet işlerinde son sözü söyleme yetkisinin Tanrı tarafından krala verildiği kabul edilirdi. Hitit kralı Tanrı adına devleti yönetir, orduya başkomutanlık yapar, kanunları koyar ve başyargıç olarak bu kanunları uygulardı. Aynı zamanda başrahip sıfatıyla dinî törenleri idare ederdi. Hitit halkı, krallarının Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanır ve onun emirlerini Tanrı emri olarak görürdü.
Buna göre, Hitit toplumunda kralların meşruiyetini pekiştiren unsur nedir? Açıklayınız.
Cevap:
Hitit toplumunda kralların meşruiyetini pekiştiren en önemli unsur, kralların Tanrı tarafından atanmış olduğuna dair inançtır. Hititler, krallarının devlet işlerinde son sözü söyleme yetkisinin Tanrı tarafından verildiğini kabul ederdi. Bu durum, kralın otoritesini ve yönetim yetkisini ilahi bir kaynağa dayandırarak meşrulaştırıyordu. Kralın tanrı adına devleti yönetmesi, ordunun başkomutanlığını yapması, kanunları koyması ve başyargıç olarak görev yapması gibi rolleri onu yalnızca siyasi bir lider değil, aynı zamanda dini bir otorite olarak da konumlandırıyordu. Hitit halkı krallarının emirlerini tanrı emri olarak gördüğü için kralın kararları ve yönetim biçimi toplum tarafından kabul gören ve desteklenen bir otoriteye dönüşüyordu.
Öğrenme Çıktısı: TAR.9.2.2. Eski Çağ’daki farklı medeniyetlerin yönetim ve ordu sistemlerini özetleyebilme
5. Mete Han’ın Çin İmparatoruna Mektubu
Batıda Yüe-çileri, göğün yardımı ile askerlerimizin üstün yetenekleri ve dayanıklı atlarımızın gücü ile yendim. Bundan sonra yirmi altı kavmi daha hâkimiyetim altına aldım. Bunların hepsi Hun oldu. Yay çekebilen bütün kavimler tek bir aile gibi birleştiler. Şimdi kuzeydeki bütün ülkelerde dirlik ve düzeni kurdum. Artık silahları bir tarafa koymak, subay ve birliklerimi dinlendirmek, atlarımızı beslemek istiyorum. Çocuklarımız ve gençlerimiz büyüsünler, yaşlılarımız rahat ve huzur içerisinde yaşasınlar.
Mete Han’ın mektubundan hareketle Asya Hun Devleti’nin yönetim anlayışı hakkında ne söylenebilir?
Cevap:
Mete Han, farklı kavimleri tek çatı altında birleştirerek devletin birlik ve dirliğini sağlamıştır. Mektupta silahların bırakılması ve dinlenme çağrısı, barışın ve huzurun önemini vurgular. Ayrıca çocukların büyümesi ve yaşlıların huzur içinde yaşaması gerektiğine dikkat çekmesi, devletin sosyal refahı gözeten bir anlayışı benimsediğini gösterir. Sonuç olarak Asya Hun Devleti’nin yönetim anlayışı birlik, bütünlük ve sosyal refahı gözetme üzerine kuruludur.
10. SINIF TARİH DERSİ 1. DÖNEM 2. ORTAK YAZILI SENARYOLARINA YÖNELİK MEB SORU-CEVAP ÇALIŞMASI
Kazanım: 10.1.3. Anadolu’daki ilk Türk siyasi teşekküllerinin birbirleriyle ve çevre devletlerle olan ilişkilerini uzlaşma ve çatışma bağlamında değerlendirir.
Türkiye Selçuklu Devleti, Anadolu’ya hâkim olduğu dönemde farklı inanca mensup topluluklara müsamahakâr bir şekilde davranmış, ayrıca hak ve adalete dayalı bir yönetim anlayışını benimsemiştir. “Halka hizmet Hakk’a hizmettir.” düsturunu benimsemiş olan Türkiye Selçuklu Devleti diğer taraftan Anadolu’da İslamiyet’in yayılmasına da gayret etmiştir.
Buna göre Türkiye Selçuklu Devleti’nin sahip olduğu yönetim anlayışının Anadolu’da nasıl bir sosyal hayatı var ettiği söylenebilir? Açıklayınız.
Türkiye Selçukluları döneminde Anadolu’da sosyal hayatta önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Başta başkent Konya olmak üzere Samsun, Sinop, Antalya, Alanya, Erzurum, Kayseri ve Sivas gibi şehirler yeniden onarılmıştır.
Fethedilen bölgelere Türkmenler yerleştirilerek Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma süreci hızlandırılmıştır.
Selçuklu sultanlarının ekonomik politikalarıyla ticaret gelişmiş ve şehirlerde nüfus artmıştır.
Anadolu’nun dört bir yanına hanlar, hamamlar, kervansaraylar, hastaneler, camiler ve medreseler yapılarak Anadolu bayındır hale getirilmiştir.
Diğer yandan Türkiye Selçukluları’nın adaletli politikası sayesinde Anadolu’daki Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Gürcüler ve diğer gayrimüslim topluluklar Bizans’ın baskısından kurtularak rahat ve huzurlu bir yaşama kavuşmuştur.
Kazanım: 10.2.2. Osmanlı Beyliği’nin devletleşme sürecini Bizans’la olan ilişkileri çerçevesinde analiz eder.
2. Osman Bey fetih hareketlerine başlamadan önce Bizans yönetiminden memnun olmayan bölge halkının gönlünü kazanmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda, ele geçirilen bölgelerdeki gayrimüslim halka son derece iyi davranılmıştır. Yağma ve talan yerine onları himaye altına alıp vergiye bağlamayı tercih etmiştir.
Osman Bey’in bu şekilde hareket etmesinin Osmanlılara sağladığı kazanç ne olmuştur? Açıklayınız.
Cevap:
Yeni fethedilen bölgelerde yaşayan halka iyi davranılması ve onlara güven ortamı içinde bir yaşam sunulması birçok avantaj sağlamıştır:
Şehirlerin büyümesi ve gelişmesi sağlamıştır.
Yerli halk Osmanlı yönetimini benimsemiş ve Osmanlıların bölgedeki egemenliği kalıcı hale gelmiştir.
Osmanlıların hoşgörü ve adalete dayanan yönetimini gören gayrimüslim halkın bir kısmı da İslamiyet’i kabul etmiştir.
Kazanım: 10.2.3. Rumeli’deki fetihler ile iskân (şenlendirme) ve istimâlet politikalarının amaçlarını ve etkilerini analiz eder.
3. XIV. yüzyılın başlarında Bizans’ın Balkanlar üzerindeki hâkimiyeti sona ermişti. Balkanlarda bağımsız konumda olan Bulgar ve Sırp Krallıkları, Arnavutluk, Bosna, Hersek, Eflâk ve Boğdan Beylikleri arasında sürekli siyasi çekişmeler yaşanıyordu. Bunların içerisinde en güçlü olanı Sırp Krallığı’ydı.
Balkanlarda siyasi çekişmelerin yanında, yıllardır süregelen mezhep kavgaları da söz konusuydu. Sırp ve Bulgarlar Ortodoks, Bosna ve Hersekliler Bogomil, Hırvatlar ise Katolik mezhebine mensuplardı. Katolik olan Macarlar ise kendileri ile aynı mezhepten olmayan Ortodoks Hristiyanlara mezhep değiştirmeleri için baskı uyguluyordu. Bu yüzden bölgede sık sık mezhep çatışmaları yaşanıyordu. Ayrıca şehirlerin yöneticileri olan voyvodalar, halka sürekli baskı yapıp onları ağır vergiler altında eziyorlardı.
Balkanlardaki mevcut durum Osmanlıların bölgedeki fetih hareketini ve bölgede egemenlik kurmasını nasıl etkilemiştir? Açıklayınız.
Cevap:
Siyasi birliğin olmadığı Balkanlarda krallık ve beylikler arasında yaşanan mücadeleler ve mezhep çatışmaları Osmanlıların ilerleyişini kolaylaştırmıştır. Adaletli bir yönetim anlayışına sahip Osmanlı Devleti’ne Balkan ulusları kısa sürede tabi olmuş ve bu durum Osmanlıların bölgedeki egemenliğinin kalıcı olmasında etkili olmuştur.
Kazanım: 10.2.4. Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da Türk siyasi birliğini sağlamaya yönelik faaliyetlerini ve sonuçlarını analiz eder.
4. Fetret Devri ile Osmanlı sancağı altında toplanan Oğuz Türkleri devletsiz kalma tehlikesi ile karşılaştı.
Bunun bilincinde olan Yıldırım Bayezid’in dört oğlu (İsa, Musa, Süleyman ve Mehmet), devletin dağılmasın önlemek amacıyla birbirleriyle mücadeleye girişti. Neticede Osmanlı tarihinde iktidar mücadelelerinin yaşandığı
“Fetret Devri’ne (1402-1413) diğer kardeşlerini bertaraf eden I. Mehmet (Çelebi) son vererek Osmanlı Devleti’ni dağılma tehlikesinden kurtardı.
Osmanlı Devleti’ni dağılmanın eşiğine getiren Fetret Devri’ni, Türklerin devletin varlığına verdiği önem açısından değerlendiriniz.
Cevap:
Belirli sınıflar içindeki insan topluluğuna ait siyasi hâkimiyetin teşkilatlanmış şekli olan ‘devlet’, tarih boyunca Türklerde milletin varlığı için en önemli siyasi yapılanma olarak kabul edilmiştir. Devlet kavramı, Türk tarihi ile beraber ortaya çıkmıştır. Türkler, milleti devletin ana unsuru kabul etmiştir. Orhun Kitabelerinde “İlli millet idim, ilim şimdi hani?” ifadelerinde olduğu gibi Türk milletinin devletsiz yapamayacağına sık sık vurgu yapılmıştır. Bu yüzden Türkler tarih boyunca önemli devletler kurmuşlardır. Ayrıca Türkler devletlerini ayakta tutabilmek için büyük mücadeleler de vermişlerdir. Bu tarihsel bilince sahip olan I. Mehmet de Fetret Devri’ne son vererek Osmanlı Devleti’ni yıkılmaktan kurtarmıştır.
Kazanım: 10.3.1. Kuruluş Dönemi’nde Osmanlı askerî gücünü oluşturan farklı muharip unsurları açıklar.
5. Alplık ve gazilik unsurları Osmanlı Beyliği’nin büyümesinde nasıl bir rol oynamıştır? Açıklayınız.
Cevap:
Osmanlı Beyliği’nin Kuruluş Dönemi’nden başlayarak devletleşme sürecinin yaşandığı XIV. Yüzyıla kadar gaza (İslam dinini yaymak veya korumak için yapılan savaş) anlayışı, Osmanlı Devleti’nin gelişmesinde önemli bir etken oldu. Dolayısıyla Osmanlılar gaza anlayışını beyliğin kuruluşundan itibaren benimsediler. Bu kapsamda Osmanlı fetih hareketleri içinde “alplık ve gazilik” önemli bir yere sahip oldu. Nitekim Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Bey ve en yakınında bulunanlar hem gazi hem de alp unvanı taşımışlardır. Karamürsel Alp, Konur Alp, Gündüz Alp, Hasan Alp, Kaya Alp, Turgut Alp ve Abdurrahman Gazi en tanınmışlarıdır. Onlar Osmanlı Devleti’nin kuruluşu aşamasında meydan savaşlarına, kale kuşatmalarına ve birçok fetih hareketine katıldılar. Bunun dışında fethedilen bölgelerin idare ve imar işlerinde de görev aldılar. Böylece Osmanlı Beyliği’nin büyüyerek devlet hâline gelmesinde önemli rol oynadılar.
Kazanım: 10.3.2. Tımar sisteminin özelliklerini siyasi, sosyal ve ekonomik açılardan değerlendirir.
6. Osmanlı Devleti; Anadolu ve Rumeli’deki arazilerini, Türk ve İslam devletlerinde uygulanan “ikta” sistemine benzer bir uygulamaya göre teşkilatlandırdı. Osmanlılarda devlete ait toprakların askerî ve idari amaçlarla devlet görevlilerine verilmesine dayalı tımar sistemi uygulamasına ilk kez Orhan Bey Dönemi’nde başlandı.
I. Murad Dönemi’nde ise bu uygulama yaygın hâle getirildi. Osmanlı Devleti’nde tımar sistemi şu şekilde uygulanırdı: Öncelikle, Anadolu ve Rumeli’de fethedilen topraklar, devlete bağlı arazi olarak tapu tahrir defterlerine kaydedilmek suretiyle resmîleştirilirdi. Böylece bu araziler, “mirî arazi” yani devlet arazisi olarak adlandırılırdı.
Daha sonra devlet, bu mirî arazilerin gelirlerini farklı büyüklükte parçalara ayırarak arazileri ilgili şahısların rütbe ve mevkilerine göre dirlik olarak verirdi.
Tımar sahipleri; tasarruf ettikleri yerlerde topladıkları vergilerin bir kısmı ile her türlü ihtiyaçları kendilerine ait olmak üzere atlı askerler yetiştirir, bölgedeki devlet memurlarının maaşlarını karşılar, kalan kısmını ise devlet hazinesine gönderirdi. Devlete asker yetiştirmekle mükellef olan dirlik sahipleri bu hizmetlerine karşılık vergiden muaf tutulurdu.
Buna göre tımar sisteminin askerî alanda Osmanlı Devleti’ne sağladığı kazançlar neler olmuştur? Açıklayınız.
Tımar sistemi kapsamında Osmanlı Devleti, devlet görevlilerine kamu arazilerini tahsis etmekte ve karşılığında onlardan bu toprakları işlemesini ve topraklarından elde ettikleri yıllık gelir oranına göre sefer öncesi ordunun asker ihtiyacını karşılamasını beklemektedir. Savaş harici zamanlarda toprağı işleyen ya da köylü halka kiralayıp işleten tımarlı sipahiler, devletle olan anlaşmalarına sadık kalarak savaş zamanı en ön sıralarda yer almışlardır. Tımarlı sipahiler, Osmanlı’nın altın çağı olarak adlandırılan döneminde büyük fetihlerin zaferle sonuçlanmasına aracı olmuştur. Bu bağlamda ilgili kaynakları incelediğimizde tüm kurumların ve sistemin doğru bir şekilde işlediği dönemde Osmanlı ordusunun büyük bir kısmını eyalet askerlerinin yani tımarlı sipahilerin oluşturduğu görülmektedir. Bu da devletin bütçesinden harcama yapmadan muazzam bir orduya sahip olunduğu anlamına gelmektedir.
11. SINIF TARİH DERSİ 1. DÖNEM 2. ORTAK YAZILI SENARYOLARINA YÖNELİK MEB SORU-CEVAP ÇALIŞMASI
Kazanım: 11.1.4. 1700-1774 yılları arasındaki süreçte Osmanlı Devleti’nin diğer devletlerle yürüttüğü rekabeti ve bu rekabette uyguladığı stratejileri analiz eder.
1. XVIII. yüzyılın başlarında Rusya, Çar I. Petro tarafından yönetiliyordu. Karadeniz ve Baltık Denizi yoluyla sıcak denizlere ulaşmayı hedefleyen Petro, 1700 İstanbul Antlaşması’yla Osmanlı Devleti’nden Azak Kalesi’ni alarak Karadeniz’e bir kapı açmıştı. Petro bunu izleyen günlerde Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca tutumunu sürdürdü. Antlaşma hükümlerine aykırı bir şekilde Osmanlı sınırında kaleler inşa ettirerek Azak Denizi’nde donanma bulundurmaya başladı. Ayrıca kendisini Rusların ve Rumların imparatoru olarak tanıttığı propaganda kâğıtlarını Balkanlarda dağıtarak Osmanlı uyruğundaki Hristiyanları kışkırttı.
Çar I. Petro’nun izlemiş olduğu bu politikanın Osmanlı Devleti-Rusya ilişkileri üzerindeki etkilerini açıklayınız.
Cevap:
Çar I. Petro’nun güneye, sıcak denizlere inme amacını gerçekleştirebilmek adına Osmanlı Devleti’yle imzalamış olduğu antlaşma hükümlerini hiçe sayarak hareket etmesi her iki devlet arasındaki barış ortamını sona erdirmiştir. Bunun sonucunda Osmanlı Devleti, Rusya ile savaşmak durumunda kalmıştır. Diğer taraftan Rusya’nın Balkanlarda yaşayan ulusları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtması, Balkanlarda isyanların çıkmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti bu isyanları bastırmak için büyük çaba sarf etmiştir. Ayrıca bu savaşlar Rusya ile yapılan savaşların da bir nedeni olmuştur. Özetle Çar I. Petro’nun izlemiş olduğu politika Osmanlı Devleti-Rusya ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir.
Kazanım: 11.2.1. Avrupa düşüncesinde meydana gelen değişimleri ve bunların etkilerini analiz eder.
2. Roma İmparatorluğu, Kavimler Göçü’nün etkisiyle zayıflayıp parçalanırken Hristiyanlık; Avrupa’yı istila eden barbar kavimleri de içine alarak yayılışını sürdürdü. Bunun sonucunda kilise ve papa, imparatorluğun da üstünde güçlü bir konuma ulaştı. Öyle ki Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkıldığı hâlde Roma Katolik Kilisesi yaşamaya devam etti.
Roma Katolik Kilisesi VIII. yüzyılın ortalarında kilise hükûmetini kurarak siyasi bir güce dönüştü. Yeni dönemde kilise doğrudan askerî kuvvete sahip olmasa da kendisine bağladığı krallar aracılığıyla Avrupa’ya hükmetmeye başladı. Papa; Hz. İsa’nın vekili sayıldı, aforoz yetkisine ve imparatorlara taç giydirme hakkına sahip oldu.
Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasi durum ve Papa’nın elindeki güç, Katolik Kilisesi’nin durumunu nasıl etkilemiştir? Açıklayınız.
Cevap:
Bütün Avrupa’ya hakim olan Roma İmparatorluğu’nun Kavimler Göçü sonrası parçalanmasıyla Avrupa’da güçlü bir siyasi yapı ya da devlet kalmamıştır. Bu kaos ortamında Katolik Kilisesi ayakta kalarak siyasi alanda güç kazanmaya başlamıştır. Diğer taraftan Papa’nın; Hz. İsa’nın vekili sayılması dini, aforoz yetkisine sahip olması dini-ekonomik, imparatorlara taç giydirme hakkına sahip olması ise siyasi yetkilere sahip olduğunu göstermektedir. Papa’nın sahip olduğu bu yetkiler zamanla Katolik Kilisesi’nin dini, siyasi ve ekonomik alanda güç kazanmasını sağlamıştır.
Kazanım: 11.2.2. Avrupa’daki gelişmelere bağlı olarak Osmanlı idari, askerî ve ekonomik yapısında meydana gelen değişimleri analiz eder.
3. Coğrafi Keşifler sonrasında Avrupa’da değerli maden miktarı çoğalırken Osmanlı ülkesinde artan ithalat nedeniyle altın ve gümüş miktarı sürekli olarak azaldı. Bu durum para sisteminde bozulmaya yol açtı. Osmanlı Devleti, piyasada nakit açığı şeklinde kendisini gösteren bu sorunu çözmek üzere paranın ayarını ve ağırlığını düşürme işlemi olan tağşişe başvurdu. Bu amaçla o güne kadar saf gümüşten imal edilen akçeye değişen miktarlarda bakır katma yoluna gitti. Böylece önceleri 100 dirhem (310 gram) gümüşten 280 akçe kesen Osmanlı Devleti, 1600 yılındaki tağşişten sonra aynı miktar gümüşten 950 akçe kesmeye başladı. Akçenin içindeki gümüş miktarını da 1,1 gramdan 0,3 grama düşürdü.
Buna göre tağşiş uygulamasının Osmanlı Devleti’nin ekonomik yapısı üzerindeki etkilerini yorumlayınız.
Cevap:
Yapılan tağşişler sonucunda akçe, Avrupa paraları karşısında değer kaybetmiştir. Kayıpların piyasaya yansıması ise enflasyona yol açmıştır. Osmanlı Devleti fiyatları kontrol altında tutmak amacıyla narh uygulamasına geçmiştir. Ancak narhların sürekli değiştirilmesi, uygulamalarda birliğin sağlanamaması ve değer kaybından korunma adına alışverişlerde yabancı paraların tercih edilmesi yeni sorunlara yol açmıştır. Diğer yandan bozulan para rejimi yalnız tüketicileri değil, üretici köylüleri de zor durumda bırakmıştır. Artan vergileri ödeyemeyen çiftçiler ya borçlanmak ya da toprağını satıp köyünü terk etmek zorunda kalmıştır. Köylünün toprağını terk etmesi ise tımar sisteminde aksaklıklara yol açmıştır.
Kazanım: 11.2.3. Osmanlı devlet idaresi ve toplum düzenindeki çözülmeleri önleme çabalarını analiz eder.
4. Osmanlı Devleti’nin Anadolu topraklarında çıkan isyanlara, Yavuz Dönemi’nde (1512-1520) Tokat yöresinde ayaklanan Bozoklu Celâl’den dolayı Celâli İsyanları denildi. XVI. yüzyılın sonlarına doğru artan Celâli İsyanları; tımar sistemindeki bozulmalar, vergi artışları ve eyaletlerdeki bazı devlet görevlilerinin haksız uygulamalarından kaynaklandı. İsyanların çıkmasında fiyat artışları ve kıtlıklar, Avusturya ve İran ile yaşanan uzun süreli savaşlar da etkili oldu.
Celâli İsyanları’na çoğunlukla toprağı elinden alınmış köylüler, vergisini ödeyemeyen çiftçiler ve taşradaki yöneticilerin kanunsuzluklarından zarar gördüğü için devlete güveni sarsılan kişiler katıldı. İsyanlar asker kaçaklarının katılımıyla daha da büyüdü.
Celâli İsyanları’nın Osmanlı Devleti’nde toplumsal yaşama etkileri neler olmuştur? Açıklayınız.
Cevap:
Sosyal düzeni altüst eden bu isyanların yol açtığı kargaşa ortamında can kayıpları yaşandı. Anadolu’da huzur ve güven ortamı kalmadı. Köyler ve kasabalar harabeye döndü. Dirlik ve düzeni bozulan köylüler topraklarını satıp başkalarının toprağında tarım işçiliği yapmak zorunda kaldı. Bazıları da çareyi şehirlere sığınmakta buldu. Osmanlı tarihinde “Büyük Kaçgun” adı verilen bu göç hareketi nedeniyle tımar sistemindeki bozulma hızlandı. Şehirlerde kontrolsüz nüfus artışına bağlı olarak barınma, işsizlik ve asayiş gibi yeni sorunlar ortaya çıktı.
Kazanım: 11.2.3. Osmanlı devlet idaresi ve toplum düzenindeki çözülmeleri önleme çabalarını analiz eder.
5. Yeniçeri İsyanları, XVI. yüzyılın sonlarına doğru yeniçeri sayısının Devşirme Kanunu’na aykırı biçimde artırılması sonucu ortaya çıktı. Kapıkulu ordusunda disiplinin bozulduğu bu dönemde yeniçeriler kanunlara aykırı hareket etmeye, görevlerini yerine getirmemeye ve devlet işlerine müdahale etmeye başladılar. Diğer taraftan yeniçeriler “Ocak, devlet içindir.” anlayışını terk ederek “Devlet, ocak içindir.” anlayışını benimsediler.
Bu açıklamadan hareketle “Ocak, devlet içindir.” ve “Devlet, ocak içindir.” anlayışlarını karşılaştırınız.
Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinden 16. yüzyılın sonuna kadar yeniçeri ocağı “Ocak, devlet içindir.” anlayışına sahipti. Buna göre devlet, ocaktan üstün tutulmuştur. Devletin varlığı ve dirliği için yeniçeriler canlarını seve seve feda ederler. Devletin şanını yüceltmek, gaza ve cihat yaparak İslamiyet’i yaymak veya İslamiyet’i saldırılardan korumak yeniçerilerin varlık sebebidir. Ancak 16. yüzyıl sonlarından itibaren merkezi otoritenin zayıflaması, ocağa kanuna aykırı şekilde yeniçeri alınması ocağın yapısını bozmuş eski anlayış ortadan kalkarak yerine “Devlet, ocak içindir.” anlayışı gelmiştir. Bu anlayışa göre yeniçeriler, ocağı devletten üstün tutarak “Eğer bir devlet varsa bu devlet bizi kollamak ve beslemek için vardır. Bizim isteklerimizi yerine getirmelidir. Savaşsak da savaşmasak da devlet bize maaşımızı ödemelidir. Biz olmazsak bu devlet de var olamaz.” demişlerdir. Bu şekilde kendilerini üstün gören yeniçeriler istediklerini padişah yapma gücünü de elde etmişlerdir.
12. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ 1. DÖNEM 2. ORTAK YAZILI SENARYOLARINA YÖNELİK MEB SORU-CEVAP ÇALIŞMASI
Kazanım: 2.1. Kuvay-ı Millîye hareketinin oluşumundan Büyük Millet Meclisinin açılışına kadar olan süreçte meydana gelen gelişmeleri açıklar.
1. 22 Haziran 1919’da yayımlanan Amasya Genelgesi’nde “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” kararı alınmıştır.
Millî Mücadele’nin hazırlık döneminde alınan bu kararın amacını açıklayınız.
Cevap:
Amasya Genelgesi, 22 Haziran 1919’da yayımlanarak Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin temelini atmıştır.
Amasya Genelgesi’ndeki “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” ifadesi, milli iradenin önemini vurgulamakta ve halkın bağımsızlık mücadelesinde kendi kaderini tayin etme hakkını savunmaktadır. Bu kararla Millî Mücadele’nin amacı ve yöntemi belirlenmiş ve millet egemenliğinden ilk kez söz edilmiştir.
Kazanım: 2.2. Büyük Millet Meclisinin açılış sürecini ve sonrasında meydana gelen gelişmeleri kavrar.
2. Birinci Meclis; ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan müdafaa-i hukuk anlayışının somut bir ifadesiydi. Dünya siyasi tarihinde örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşçı bir yönetim organı, benzersiz bir temsilî kurumdu. Yetkisini ve yaptırım gücünü, kökleri eskiye giden özgürlük tutkusundan alıyordu. Maddi zenginliğe ya da teknolojik gelişmeye değil inanca ve kararlılığa dayanıyordu.
Bu metinde geçen “Birinci Meclis … müdafaa-i hukuk anlayışının somut bir ifadesiydi.” sözüyle anlatılmak isteneni açıklayınız.
Cevap:
Bu söz Birinci Meclis’in ulusal bağımsızlık ve hakların korunması konusundaki kararlılığını ve bu doğrultudaki mücadele anlayışını temsil ettiğini vurgular. Bu anlayış bireylerin ve toplumun haklarını savunma, bağımsızlık için direniş gösterme ve tutsaklık karşısında durma gibi değerleri içerir. Birinci Meclis, bu kavramı hayata geçirerek halkın iradesini ve özgürlük tutkusunu ön plana çıkaran bir yönetim organı olarak işlev gördü. Bu bağlamda müdafaa-i hukuk anlayışı, yalnızca bir ideal değil aynı zamanda bu idealin somut bir şekilde hayata geçirilmesi için var olan bir kurum anlamını da taşır.
Kazanım: 2.3. Sevr Antlaşması’nın Millî Mücadele sürecine etkilerini analiz eder.
3. Paris’e giden Osmanlı heyeti ve İtilaf Devletleri arasında 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı.
Ancak Sevr Antlaşması Mebusan Meclisi tarafından onaylanmadığı için hukuken geçersiz sayılmış, Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması ile de uygulanabilirliğini fiilen kaybetmiştir.
Sevr Antlaşması’nın bazı maddelerine aşağıda yer verilmiştir.
• İstanbul ve çevresi Osmanlı Devleti’ne bırakılacak ancak antlaşma hükümlerine uyulmazsa İstanbul Osmanlı Devleti’nden alınacak.
• Arap toprakları, İngiltere ve Fransa’nın mandası altına alınacak.
• Doğu Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan’a verilecek.
• Antalya, Muğla, Aydın ve Afyon İtalyan nüfuz bölgesi olacak.
• Rodos ve On İki Ada İtalyanlara, diğer Ege Adaları Yunanlara bırakılacak.
• Mardin, Urfa, Antep Fransa’ya kalacak; Adana’dan Kayseri ve Sivas’ın kuzeyine kadar olan bölge Fransız nüfuzuna dâhil edilecek.
• Boğazlar, Osmanlı Devleti’nin üye olmadığı “Boğazlar Komisyonu” adlı uluslararası bir örgütün yönetimi altında ve bütün devletlerin gemilerine açık olacak.
• Osmanlı silahlı kuvvetlerindeki asker sayısı en çok 50.700’e çıkarılabilecek ve deniz gücü sınırlandırılacak.
• Kapitülasyonlardan tüm İtilaf Devletleri yararlanacak ve Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecek.
• Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesi yürürlükte kalacak.
Osmanlı Devleti’nin bu antlaşmayı uygulaması hâlinde karşılaşacağı olumsuz durumları değerlendiriniz.
Cevap:
Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti için son derece yıkıcı sonuçlar doğuracak maddeler içermekteydi. Bu antlaşmanın uygulanması, Osmanlı’nın birçok olumsuz duruma karşılaşmasına yol açacaktı. Özellikle antlaşma Osmanlı topraklarının büyük bir kısmının kaybını öngörüyordu. Doğu Trakya, Batı Anadolu ve Arap toprakları gibi stratejik bölgeler Yunanistan ve İtilaf Devletleri tarafından alınacak, bu durum Osmanlı’nın coğrafi bütünlüğünü ciddi şekilde sarsacaktı. İstanbul’un Osmanlı Devleti’nde kalması ise antlaşma hükümlerine uyulmasına bağlıydı. Ayrıca Boğazlar uluslararası bir komisyona devredilmesi, Osmanlı’nın deniz yolları üzerindeki kontrolünü kaybetmesine ve uluslararası müdahalelere açık hale gelmesine yol açacaktı. Silahlı kuvvetlerin sayısının sınırlandırılması da Osmanlı’nın savunma kapasitesini büyük ölçüde zayıflatacak ve iç güvenlik sorunlarına yol açabilecekti. Ekonomik açıdan ise kapitülasyonların devam etmesi ve savaş tazminatının ödenmesi, Osmanlı ekonomisini ciddi şekilde sarsacak, ülkenin bağımsız ekonomik politikalar geliştirmesini engelleyecekti. Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin varlığını tehdit eden, siyasi, askeri ve ekonomik olarak bağımsızlığını kaybetmesine neden olacak bir belgeydi.
Kazanım: 2.4. Doğu ve Güney Cephelerinde verilen mücadelelerin ülkemizin bağımsızlık sürecine katkılarını kavrar.
4. Kâzım Karabekir Paşa’nın Ermenilere karşı kazanılan zaferle ilgili değerlendirmeleri aşağıda verilmiştir.
“Antlaşma şartlarımızı kabul etmeyen Ermenilere karşı taarruz başlattım. Son darbelerden sonra Ermeniler antlaşma şartlarımızı kabul ettiler. Antlaşma şartı olarak 2.000 tüfek, 3 batarya seri ateşli dağ topu ve 40 makinalı tüfeği Ermenilerden alarak Şark (Doğu) Cephesi’nin ilk zafer hediyesi olarak Garp (Batı) Cephemize gönderdim. Ermenilerin Sevr Antlaşması’ndaki imzalarını geri aldırdık. Bugünü, bu uğursuz antlaşmanın yırtıldığı gün olarak kutladık.”
Kâzım Karabekir Paşa’nın, Doğu Cephesi’ndeki zaferi “uğursuz antlaşmanın yırtıldığı gün” olarak kutlamasının nedenini açıklayınız.
Cevap:
Kâzım Karabekir Paşa’nın Doğu Cephesi’ndeki zaferini “uğursuz antlaşmanın yırtıldığı gün” olarak kutlamasının nedeni, bu zaferi sadece askeri bir başarı değil aynı zamanda ulusal bağımsızlık mücadelesinin bir parçası olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Sevr Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını öngören bir antlaşma olarak değerlendirildiğinden bu antlaşmanın reddedilmesi ve zaferin kazanılması, Türk milletinin bağımsızlık iradesinin sembolü haline gelmiştir. Bu bağlamda zafer sadece bir askeri başarı değil aynı zamanda milletin geleceği için verilen bir mücadelenin sonlanması olarak algılanmıştır. Dolayısıyla bugünü kutlamak, ulusal onur ve bağımsızlık arzusunun bir ifadesidir.
Kazanım: 2.5. Düzenli ordunun kurulmasından Mudanya Ateşkes Antlaşması’na kadar meydana gelen gelişmeleri Türkiye’nin bağımsızlık sürecine katkıları açısından analiz eder.
5. Millî Mücadele devam ederken ülkede yaşanan karışıklıklara son vermek için yeni bir anayasaya gereksinim duyuldu. Bu ihtiyacı karşılamak amacıyla Büyük Millet Meclisi (BMM), özel bir gündemle toplanarak yeni bir anayasanın hazırlanması için çalışmalara başladı. Yapılan görüşmelerin sonunda 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilât-ı Esasiye Kanunu kabul edildi ve uygulamaya konuldu. Bu Anayasa 1924 yılında yeni bir anayasa hazırlanana kadar yürürlükte kaldı. 1921 Anayasası’nın önemli maddeleri şunlardır:
1. Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır.
2. Yasama ve yürütme yetkileri, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde toplanır.
3. Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” ünvanını taşır.
4. Din buyruklarının yerine getirilmesi, antlaşma ve barış yapılması, savaş kararı verilmesi gibi temel haklar BMM’nindir.
Büyük Millet Meclisi, Millî Mücadele devam ederken bir anayasa hazırlamaya niçin gerek duymuştur? Açıklayınız.
Cevap:
Millî Mücadele Dönemi’nde yeni bir anayasa yapılması savaş koşullarında halkın iradesinin yasal çerçevede tanınması ve merkezi bir otoritenin oluşturulması ulusal birliğin sağlanması için kritik bir gereklilikti. Bu nedenle 1921 Anayasası’nın hazırlanması, sadece hukuki bir metin olmanın ötesinde bir milletin bağımsızlık mücadelesinin de bir ifadesiydi. Egemenliğin millete ait olduğu ve yürütme ile yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplandığı vurgusu ulusal iradenin önemi açısından büyük bir anlam taşıyordu. Bu tür bir anayasanın varlığı, savaşın getirdiği zorluklara başa çıkabilmek ve devletin geleceğini şekillendirmek için önemli bir araçtı. Bu bağlamda savaş devam ederken anayasa yapılması kesinlikle gerekli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Kazanım: 2.6. Millî Mücadele sonucunda kazanılan diplomatik başarıları ülkemizin bağımsızlığı açısından değerlendirir.
Sevr Barış Antlaşması (10 Ağustos 1920) | Kapitülasyonlardan tüm İtilaf Devletleri yararlanacaktır. |
Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923) | Adlî, mali, idari ve ekonomik ayrıcalıklar içeren kapitülasyonlar tamamen kaldırılacaktır. |
6. Buna göre Lozan Barış Antlaşması’nda kapitülasyonlara ilişkin düzenlemenin ne gibi sonuçları olmuştur? Açıklayınız.
Cevap:
Lozan Barış Antlaşması’nda kapitülasyonların kaldırılması, Türkiye için önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu düzenleme, Türkiye’nin tam bağımsız bir devlet olarak uluslararası alanda tanınmasını sağlamış ve kendi yasalarını belirleme hakkını pekiştirmiştir. Ekonomik bağımsızlık kazanarak yabancı imtiyazlarına son vermiş, uluslararası ilişkilerde eşit şartlarda yer almasına imkân tanımıştır. Hukuki açıdan yabancı mahkemelerin yetkilerinin sona ermesi, ulusal yargı sisteminin güçlenmesini sağlamıştır. Sonuç olarak bu durum Türkiye’nin ulusal egemenliğini pekiştirmiştir.