Tarih Kursu Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi DERS NOTLARI 1. Ünite Türklerde Devlet Teşkilatı

1. Ünite Türklerde Devlet Teşkilatı

Türk kültür ve medeniyet tarihi

Bu yazımızda güncel müfredata göre hazırladığımız Seçmeli Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi dersi 1. ünitesi olan Türklerde Devlet Teşkilatı ünitesinin özet ders notlarını paylaşıyoruz. Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi kitabı özet pdf ders notları sayesinde derslerde daha başarılı olacaksınız. Güncel tarih ders kitabına uygun olarak hazırladığımız dersi notları aşağıdaki konuları kapsamaktadır.

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE DEVLET TEŞKİLATI

İlk Türk Devletlerinde Yönetim Anlayışı

İlk Türk devletlerinin yönetim anlayışını,

Türklerin yaşadıkları coğrafyanın şartları,

kut anlayışı ve

Türk Cihan Hâkimiyeti anlayışı şekillendirmiştir.

İlk Türk devletlerinde devlete, il (el) denilirdi. İl kelimesi, aynı zamanda barış anlamına da gelmekteydi.

İlk Türklerde Devleti Oluşturan Unsurlar

Bağımsızlık (Oksızlık): Hiçbir kavme boyun eğmemek Türklerde millî bir karaktere dönüşmüştür.

Ülke: İlk Türk devletlerinde yurt sözü daha çok vatan için kullanılmış, o dönemde ülke sınırlarına da yaka denilmiştir.

Halk (Kün): İlk Türklerde ferdin adaletle yönetilmesi ve ekonomik olarak rahat bir yaşantıya sahip olması esastır.

Teşkilat: Konargöçer hayat, Türklerin disiplinli ve teşkilatlı bir şekilde yaşamasını sağlamıştır.

Kut Anlayışı

İslamiyet öncesi Türk devletlerinde devleti yönetme yetkisinin hükümdara Tanrı tarafından verildiğine inanılır, bu inanca da kut anlayışı denilirdi.

Kut anlayışı ilahi bir kavramdı. Kağan, Tanrı istediği ve kendisine kut verildiği için hükümdardı.

Kut anlayışına göre siyasi iktidar hakkının hükümdar ve ailesine ait olduğu kabul edilirdi.

 NOT: Yönetme yetkisinin hükümdar ailesine verilmesi,

Türk devletlerinde sık sık taht kavgalarına sebep olmuştur.

İlk Türk devletlerinde Gök Tanrı inancına göre Güneş’in doğduğu yere ayrı bir önem verilir, bundan dolayı kağanın çadırı doğuya açılır, tahtı da doğuya dönük olarak yerleştirilirdi.

Hunlarda hükümdar, Şan-yü veya Tanhu (sonsuzluk) sözleriyle anılırdı.

Türklerin siyasi oluşumunun tepe noktasında il (devlet) vardı ve ilin başında da kağan bulunurdu. İlk Türk devletlerinde kağanlar otağda otururlardı. Uygurlar Dönemi’nden itibaren ise otağın yerini saray almıştır.

Kurultay

Hun devlet yönetim anlayışında toyun (meclisin) büyük bir önemi vardı.

İlk Türk devletlerinde toy (kurultay) kelimesi, devlet meselelerinde

önemli kararlar almak için toplanan meclis anlamıyla kullanılmakla birlikte, kağanın halkı için düzenlemiş olduğu şenlik ve eğlence anlamıyla da kullanılmıştır.

İkili Teşkilat

Hun devlet yönetiminde kuzey-güney ve doğu-batı şeklinde ikili teşkilatlanma vardır.

Kök Türkler Dönemi’nde, ikili yönetim anlayışı devam etmiş, ülke doğu ve batı olmak üzere ikili teşkilat hâlinde idare edilmiştir.

Yerleşik hayatı benimsemiş olan Uygurlarda siyasi bir yapı olan boyların reislerine tutuk; şehirlere ise balık adı verilmiştir.

Devletin merkezi Kök Türklerde Ötüken şehri iken, Uygurlar Dönemi’nde Karabalgasun olmuştur.

Hazarlarda devlet yönetimi, kağan ve bek’in yönettiği ikili bir yapıdan oluşmuştur.

Hazarlarda kağan devletin var olma sebebi olduğu için savaşa katılmazdı.

İcra yetkisi ise yok denecek kadar azdı. Onun yerine ülkeyi yönetme ve savaşa katılma gibi bütün görevleri kağan adına bek yerine getirirdi.

Hazar yöneticileri kağan, bek, şad, yilig gibi unvanları da kullanmışlardır.

Kök Türk paralarının üzerinde, kağanın yanında hatunun resminin de bulunması, ilk Türk devletlerinin yönetiminde hatunların saygı gördüklerini ve söz sahibi olduklarını gösterir.

Kızıl Elma ve Türk Cihan Hâkimiyeti Anlayışı

Türk Cihan Hâkimiyeti, Güneş’in doğduğu yerden battığı yere kadar olan coğrafyanın Türk hükümdarı tarafından idare edilmesi ülküsüdür.

Türk Cihan Hâkimiyeti anlayışındaki Nizam-ı Âlem Ülküsü, Tanrı adına dünya nizamını sağlama ve Türk adaletini dünyanın her tarafına yayma anlayışıdır.

Türklerin Kızıl Elma ülküsü, sabit ve belirli bir kavram veya yer değil, soyut bir ülkü kavramıydı. Bu anlayışa göre somut bir hedef belirlenip o hedefin üzerine gidilir, oraya varılsa da Kızıl Elma bu defa daha ileride ve yine belirli bir yere gider, ona hiçbir zaman ulaşılamaz.

Hükümdar (Kağan):

Türklerde Güneş’in doğduğu yer kutsal olarak kabul edildiği için devletin doğu kısmını asıl hükümdar olan kağan, batı kısmını ise genelde yabgu unvanıyla kağanın kardeşi ya da hanedan üyelerinden biri yönetirdi.

Kağan: bilge, alp (kahraman), erdemli ve adaletlidir. Kağan, hakan, tanhu, şanyü, han, yabgu, idikut, ilteber, erkin, ilteriş gibi ünvanlar kullanırdı.

Hükümdarın Görevleri:

Devleti, milleti ve töreyi düzene koyar.

Halkın ihtiyaçlarını karşılar.

 Asayişi sağlar.

Halkın refah düzeyini arttırır.

Halkın sevgisini kazanır.

Hâkimiyet Sembolleri:

Otağ (hakan çadırı),

örgin (taht),

nevbet (davul),

kur (kemer),

berge (kamçı),

kama (bıçak),

kotuz (sorguç),

tuğ (sancak),

ordu, yay, kılıç,

toy (ziyafet)

İlk Türk Devletlerinin Teşkilat Yapısı

Hükümdar (Kağan):Ülkeyi yönetir

Yabgu: Ülkenin batı kısmını yöneten hanedan üyesidir.

Tigin: İlk Türk devletlerinde kağanın erkek çocuklarına tigin veya elig denilirdi. Tiginlere tecrübe kazansınlar diye bazı bölgelerin yönetimi verilirdi. Tiginleri; ataman, inal veya inanç gibi isimlerle anılan kişiler yetiştirirdi.

Şad: Hanedan üyesi komutanlara verilen isimdir.

Hatun: Hatun, kağanın eşidir ve devlet işlerinde söz sahibidir. Hatunlar gerektiği zamanlarda devlet reisliği ve naiplik (vekillik) de yaparlardı.

Kurultay (Kengeş, Toy): İlk Türk devletlerinde ülke meselelerinin görüşülüp karara bağlandığı yerdir.

Ayukı (Hükûmet): Devlet işlerinin yürütülmesini sağlardı. Hükûmetin başında aygucı veya üge adı verilen bir görevli bulunurdu. Asya Hunlarından itibaren Türklerde hükûmet üyelerine buyruk (bakan) denilmiştir.

Boylar Birliği (Konfederasyonu)

 Türklerde oguş (aile) devletin temel taşıydı.

Aileler birleşerek urugu (sülale) oluşturur,

Urugların birleşmesiyle de ilk siyasi yapı olan bod-ok (boy) meydana gelirdi.

İlk Türk devletlerinde boylar konfederasyonu bodunu oluşturur,

Bodunların birleşmesiyle de devlet (İl) oluşurdu.

Türk boylarının özellikleri birbirlerinden farklıydı ve her Türk boyunun birbirinden farklı tamgaları (sembolleri), meclisleri ve beyleri vardı.

Boy’un başında; iç dayanışmayı muhafaza etmek ve adaleti sağlamak amacıyla bağ, beğ, bi adlarıyla da bilinen boy beyi bulunurdu.

Boy beyi, boyun menfaatleri söz konusu olduğu zaman silah kullanma gücüne ve yetkisine de sahipti.

Boyların; arazisi, silahlı gücü ve hayvan sürüleri vardı.

Boy beyleri seçimle belirlenirdi. Boy beylerinin seçimine seçici kurul ile birlikte aileler ve soyların temsilcileri katılırdı.

Boylarda devlet teşkilatındaki meclislerin küçük bir örneği vardı.

İl dağıldığı zaman onu oluşturan alt birimler (boylar) özelliklerini korudukları için Türklerde yıkılan bir devletin yenisini kurmak zor olmamış, bu sosyal ve siyasi yapı, Türklerin tarih sahnesinde sürekli yer almalarını sağlamıştır.

Orun ve Ülüş

İlk Türk devletlerinde yapılan kurultayda boy beyleri belli bir protokole göre otururlardı.

Boy beylerinin oturacakları yere orun denilirdi.

Boyların kurultayda yiyecekten alacağı paya veya hisseye ülüş denilirdi. Bir boyun ülüş hakkı, o boyun başarısıyla artar, başarısızlığıyla da azalabilirdi.

İlk Türk Devletlerinde Ordu

İlk Türklerde askerlik özel bir meslek olarak kabul edilmemişti.

Kadın erkek herkes savaş sanatını iyi bilirdi. Hatta gerektiğinde kadınlar da savaşa katılırdı.

Türklerde askere sü ve er denilirken sü aynı zamanda ordu kavramını da ifade etmiştir.

NOT: Hazar Türk Devleti’nin dışında, Türklerde ücretli askerlik yapıldığı görülmemiştir.

Türklerde ilk düzenli ordu teşkilatını kuran hükümdar, Mete Han’dır.

Bu sistemde ordu; onlu, yüzlü, binli ve on binli gibi çeşitli sayılardaki birliklere ayrılıyordu.

Çinliler süvari tekniğini ve bol paça pantolonları ordularında kullanmayı komşuları Türklerden öğrenmişlerdir. 

İlk düzenli Türk ordusunu Hun Hükümdarı Mete Han kurduğu için onun tahta çıkış tarihi olan MÖ 209 yılı, Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluş yılı olarak kabul edilmiştir.

İlk Türk Devletlerinde Renklerin Dili

Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman eski geleneklerini devam ettirerek; Türkiye’nin kuzeyindeki denize Karadeniz, batısındaki denize Akdeniz, güneyindeki denize ise Kızıldeniz adını vermişlerdir.

Ak, kara, kızıl ve gök renklerinin dışında kullanılan beşinci bir renk daha vardır ki bu da sarı renktir. Sarı renk yönleri göstermez, diğer dört rengin merkezini ifade ederdi.

İlk Türk devletlerinin devlet teşkilatlanması bakımından sarı renk merkezî hâkimiyeti, merkezin gücünü ve kudretini ifade ederdi.

 Kök Türk ve Uygur devlet geleneğinde çadırların renklerine bağlı bir hiyerarşik düzen vardı. Kağanlar altın işlemeli otağda otururlar ve kırmızı elbiseler giyerlerdi.

Mete Han’ın bir kuşatma sırasında renkleri dikkate alarak ordusunu dört kısma ayırmıştır. Bu planlamaya göre kuzeyde yüz bin kişilik yağız (kara) atlı, batıda yüz bin kişilik ak (beyaz) atlı, güneyde yüz bin kişilik doru (bordo) atlı, doğuda da yüz bin kişilik demir kırı atlı bulunurdu.

Türkler, Gök Tanrı inancının etkisiyle mavi renge ayrı bir önem vermiş, mavi rengin bir tonuna, Türk Mavisi (turkuaz) denilmiştir.

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİNDE DEVLET TEŞKİLATI

Devlet Teşkilatı

İslamiyet’e geçmelerine rağmen, ilk Türklerdeki kut anlayışı ve Türk Cihan Hâkimiyeti anlayışı, varlığını koruyarak devam etmiştir.

Türk Cihan Hâkimiyeti anlayışı, İslami dönemde cihat ve İlayı Kelimetullah anlayışına (Allah’ın adını yüceltme) dönüşmüştür.

Orta Asya’da kurulan ilk Türk İslam devleti Karahanlılardır.

Karahanlılardan sonra kurulan Türk devletlerinde, İslamiyet’ten önce görülen yönetim anlayışları bazı değişikliklere uğrayarak Türk İslam Sentezi’ne dönüşmüştür.

Karahanlılarla başlayan bu süreç Gazneliler Dönemi’nde farklılaşarak devam etmiştir. Zira Gazneliler yabancı unsurların çok fazla olduğu bir bölgede kurulmuştur. Bu nedenle Gazneli idareciler yerli unsurlara dayanmak ve siyasetlerini daha çok Hindistan’a dönük tutmak zorunda kalmıştır.

Büyük Selçuklular Dönemi’nde İslami kurallar ve terimler daha çok kullanılmıştır. Çünkü Arap ve Farsların devlet yönetiminde etkili olan divan, Büyük Selçuklu Devleti yönetiminde de önemini korumuştur.

İlk Türk devletlerinde olduğu gibi hanedan üyelerinin yönetime ortak olması, Türkiye Selçuklu Devleti’nde de sık sık taht kavgalarının yaşanmasına sebep olmuştur. Kardeşler arasında yaşanan bu taht kavgalarını önlemek için sultanın en büyük oğlunun başa geçmesi kabul edilmiş ancak zaman içinde buna uyulmadığı dönemler de olmuştur.

İslamiyet öncesi Türk devletlerinde hükümdarlar genelde kağan unvanını kullanırlarken ilk Türk İslam devletlerinde Gazneli Mahmut ile birlikte sultan unvanı da kullanılmaya başlamıştır.

Karahanlı hükümdarları ise tonga, ilig, buğra, arslan, kara, kadır, kılıç, tamgaç, han, hakan ve terken gibi unvanlar kullanmışlardır.

Büyük Selçuklularda hükümdarlar emir, melik, sultanü’l âlem, sultanü’l âzam gibi unvanlar kullanırlardı.

Türkiye Selçukluları İran şahlarının kullandığı keykavus ve keyhüsrev unvanlarıyla birlikte, denizle bağlantıları olduğu için sultanü’l-bahreyn (denizlerin sultanı) unvanını da kullanmışlardır.

Yeni Hükümdarlık Sembolleri

İlk Türk devletlerinde kullanılan hâkimiyet sembollerine ilk Türk İslam devletlerinde para bastırma, hutbe okutma, tıraz, hilat, çetr, saray ve menşur gibi yeni hâkimiyet sembolleri de eklenmiştir.

Tıraz: Abbasi halifelerinin hâkimiyet sembolü olarak Türk hükümdarlarına gönderdikleri elbisenin adıdır. Bu elbisenin üzerine hükümdarın adı ve unvanı da işlenirdi.

Hilat: Abbasi halifeleri tarafından hükümdara gönderilen külah, kemer, kılıç, para, bayrak vb. hediyelerin bütünüdür.

Çetr: Saltanat şemsiyesidir.

Hutbe: Cuma ve bayram namazlarında hükümdarın adının, unvanının ve lakaplarının imam tarafından okunup dua edilmesine verilen isimdir.

Menşur: Abbasi halifelerinin, Türk hükümdarlarının iktidarını onayladıklarına dair gönderdikleri belgedir.

İlk Türk İslam Devletleri ile İlk Türk Devletleri Yönetim Anlayışı

İlk Türk devletlerindeki kut anlayışı bu dönemde İslami bir anlam kazanarak Allah’ın takdiri veya Allah’ın nasibi anlayışına dönüşmüştür.

İlk Türk devletlerindeki Türk Cihan Hâkimiyeti düşüncesi, İslam’ın cihat anlayışıyla bütünleşmiştir.

İslam inancıyla birlikte Türk hükümdarları; kağan yerine sultan, yabgu yerine de melik gibi unvanları kullanmaya başlamış, bağımsızlık sembolleri olarak da halife adına hutbe okutmuşlardır.

Hükümdar: Kut anlayışı, İslamiyet’in kabulüyle birlikte hükümdarın Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edilmesiyle devam etmiştir. Hükümdar, halkın refah ve güvenliğini sağlamakla yükümlüydü.

Saray: İlk Türk İslam devletlerinde sultan, sarayda oturur ve ülkeyi buradan yönetirdi. Saray büyük bir yapı olduğu için burada birçok görevli çalışırdı.

İlk Türk İslam Devletlerinde Bazı Saray Görevlileri

Hacib / Hâce-i Büzürg / Tayangu: Hükümdarın halk ve saray görevlileri arasındaki ilişkilerini düzenlemekten sorumlu olan kişi.

Haciblerin başında bulunan kişilere ise has hacib denilirdi.

Hares Emiri: Hükümdara ve devlete karşı suç işleyenleri cezalandıran görevli. Protokolde hacibden sonra gelirdi.

Vekil-i Hass / Vekil-i Der: Sultana ve ailesine ait olan işleri yapmak ve her gün yapılacak olan işler hakkında sultana bilgi vermek gibi saraya ait bütün işlere bakan görevli.

Kapucubaşı: Sarayın günlük işlerini kapucubaşı yürütürdü.

Silahdar: Silahlardan sorumlu olan görevli.

Abdar (Taştdar): Hükümdarın leğen ve ibriğini taşıyan, hükümdarın temizlik işleri ile ilgilenen görevli.

Çaşnigir: Hükümdarın sofrasından sorumlu olan, sofraya gelen yemeklerin tadına bakmak suretiyle hükümdarın zehirlenmesini engelleyen görevli.

Şarabdar / İdişçibaşı: Hükümdarın sofrasındaki içeceklerden sorumlu olan görevli.

Camedar: Hükümdar ve ailesinin elbiseleriyle ilgilenen görevli.

Candar: Sarayın ve hükümdarın güvenliğinden sorumlu olan görevli.

Alemdar: Hükümdarın bayrak ve sancağını taşıyıp korumakla görevli kimse.

Hansalar / Aşçıbaşı: Sarayın mutfağından sorumlu olan görevli.

Hükûmet

İslamiyet öncesi Türk devletlerinde siyasi, askerî, kültürel ve ekonomik meselelerin görüşülüp karara bağlandığı toy (kurultay) adı verilen meclislerin yerini, ilk Türk İslam devletlerinde divan adı verilen kurumlar alırdı.

Bu divanların birleşmesiyle oluşan Divan-ı Saltanat’ın (büyük divan) başında hükümdarın birinci derecede yardımcısı olan vezir bulunur, devlet meseleleri bu divanda görüşülüp karara bağlanırdı. Karahanlılarda vezire yuğruş, Gaznelilerde ise hâce-i büzürg denilirdi.

Karahanlılar Dönemi Divanlar

Divan-ı Âli: Başkanı vezir olan bu divanda devlet ile ilgili meseleler görüşülüp karara bağlanırdı.

Divan-ı Tuğra (İnşa): Devletin iç ve dış yazışmalarıyla ilgilenen bu divanın başındaki görevliye Tuğraî denilirdi.

Divan-ı İstifa: Mali işlerden sorumluydu. Bu divanın başında agıcı bulunurdu.

Divan-ı İşraf: Devletin mali ve idari işlerini denetleyen bu görevliye müşrif denilirdi.

Divan-ı Arz: Ordunun genel işlerini yürütürdü. Bu divanın başındaki görevliye arız denilirdi.

Gazneliler Dönemi Divanlar

Divan-ı Vezaret: Vezirin başkanlığındaki bu divan, genel idari işlere ve mali işlere akardı.

Divan-ı Risalet: İç ve dış yazışmaları yöneten divandır. Bu divanın başındaki kişiye sahibi divan-ı risalet adı verilirdi.

Divan-ı İstifa: Devletin mali işlerine bakan bu divanın başında müstevfi vardı.

Divan-ı İşraf: Devletin gizli haber alma dairesi gibi çalışmakla birlikte, devletin mali ve idari işlerini denetlerdi. Bu divanın başkanına müşrif denilirdi.

Divan-ı Arz: Bu divan, askerlik işlerini yürütürdü. Başkanı emir-i arız dı.

Büyük Selçuklular Dönemi Divanlar

Divan-ı Âla (Büyük Divan): Devlet meselelerinin görüşüldüğü bu divanın başkanı vezirdi.

Divan-ı Tuğra (İnşa): Devletler ve eyaletlerle ilgili yazışmaları yöneten bu divanın başındaki görevliye münşi veya tuğraî denilirdi.

Divan-ı İstifa: Devlet hazinesinin gelir ve giderlerini takip eden divandı. Başında müstevfi bulunurdu.

Divan-ı İşraf: Devletin mali ve idari işlerini teftiş ederdi. Bu divanın başındaki görevliye müşrif denilirdi.

Divan-ı Arz (Ceyş): Askerlikle ilgili bütün işlerle ilgilenen bu divanın başındaki görevliye arız denilirdi.

Taşra Teşkilatı

Karahanlılar: Mülkî idarede hem askerî hem de hanedan üyesi birer vali bulunurdu. Adliyede kadı, maliyede amil/ımga, belediye işlerinde muhtesip vardı.

Gazneliler: Mülkî idarede sahib-i divan, askerî idarede salar (sipehsalar), adlî idarede kadilkudat, maliyede amil, belediyede muhtesip vardı.

Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları: Mülkî idarede askerî vali olan şıhne, hanedan üyesi vali olarak melik, askerî alandaki güvenlik sorumlusu olarak sahibü’s şurta vardı. Adalet işlerine kadı, mali işlere amil ve belediye işlerine de muhtesip bakardı.

Askerî (Sü) Teşkilat

Karahanlılar: Karahanlı ordusunun tamamı Türklerden oluşmuş ve bu ordu;

saray muhafızları,

hassa ordusu,

devlete bağlı Türk beylikleri ile

hanedan ve valilerin emrindeki askerlerden (eyalet askerleri) meydana gelmiştir.

Selçuklular: Selçuklu ordusu ise teşkilat yapısı bakımından Karahanlı ordusuyla benzerlik göstermiş, Selçuklularda ordu komutanlarına subaşı denilmiştir.

Gazneliler: Yerel halkların da yer aldığı Gazne ordusu;

gulam birlikleri,

eyalet askerleri,

ücretli askerler ve gönüllülerden oluşurdu.

Ayrıca Gazne ordusunda sayıları bin yedi yüzü bulan filler de vardı.

Gulam Sistemi:

Gulam sisteminde askerlerin birçoğu Türklerden oluşurdu.

Satın alınan ya da savaşlarda esir edilen bu çocuklar, Gulamhane denilen yerde yetiştirilirdi.

Burada eğitilen çocuklar hem askerî hem de idari görevlere getirilir, bunların bir kısmı da sultanın özel birliğine seçilirdi.

Bu sistemin kaynağı kesin olarak bilinmese de sistemin ilk kez Karahanlılar tarafından uygulandığı tespit edilmiştir.

İkta Sistemi:

Hz. Ömer Dönemi’nde uygulanan ikta sistemi, Türk İslam devletleri tarafından geliştirilerek uygulamaya devam edilmiştir.

İkta sistemi, belirli yerlere ait devlet arazi gelirlerinin asker, sivil ve devlet adamlarına maaş karşılığı tahsis edilmesi esasına dayanır.

Devletler ikta sistemi sayesinde hazineden maaş ödemeden büyük bir orduya sahip olma imkânı bulmuştur.

Ayrıca ikta sisteminin uygulandığı bölgelerde üretimin devamlılığı sağlanmış, taşrada devletin otoritesi de güçlenmiştir.

OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI

Osmanlı Devleti’nde Yönetim Anlayışı

Osmanlı’nın yönetim sistemi, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne kadar monarşik bir özellik taşırken 1517’den itibaren halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle devlet yönetimi monarşik yapının yanında teokratik (dine dayalı) bir yapıya da bürünmüştür. 

Osmanlı Sultanı, halife unvanını kullanmakla birlikte, dinî görüş ve fetvaları şeyhülislamdan almıştır.

Padişah olan kişi malikü’l mülk, yani ülkenin ve devletin tek sahibiydi.

Divanda devlet meseleleri görüşülür ancak son kararı yine padişah verirdi.

Padişah mutlak yetkiye sahip olmasına karşın bu yetkiyi keyfi kullanmaz; kanun, nizam, örf ve İslam hukukunu da dikkate alarak kararlarını verirdi.

Devletin kutsallığı anlayışı Devlet-i Aliyye (yüce devlet) kelimesi ile bütünleştirilmiş ve Osmanlı Devleti’nin resmî adı da Devlet-i Aliyye olmuştur.

Osmanlı Devleti, yönetenler ve yönetilenler olarak iki sınıfa ayrılmıştır.

Yönetenler kendi içinde

seyfiye,

kalemiye ve

ilmiye sınıfını oluştururdu.

 Yönetilenlere ırk, dil ve din ayrımı yapılmadan reâya (tebaa/halk) denilmiş ve reâyaya karşı izlenen İstimalet Politikası (gönül alma) sonucunda oldukça adaletli davranılmıştır.

Osmanlı Devleti, tebaasından olan Hristiyan ailelerden devşirme sistemiyle alınan çocukları eğiterek bunların asker olmasını veya devletin önemli kademelerinde yer almasını sağlamıştır.

Kul sistemi adı verilen bu sistem ile yetişen kişiler, devlet yönetiminde sadrazamlığa kadar yükselebilmişlerdir.

Sokullu Mehmet Paşa da bu sadrazamlardan birisidir.

Osmanlı Devleti ile İlk Türk İslam Devletlerinin Yönetim Anlayışı

Osmanlı’da kut anlayışı ve cihan hâkimiyeti düşüncesi devam etmiş ancak diğer bütün Türk devletlerinden farklı olarak merkeziyetçi bir yapı kurulmuştur.

Osmanlı Devleti’nde ülke hanedan üyeleri arasında paylaştırılmamış, padişah mutlak hâkim olmuştur. Bu yüzdendir ki Osmanlı Devleti diğer Türk devletlerine göre daha uzun ömürlü olmuştur.

Veraset Sistemindeki Değişiklikler

Osman ve Orhan Bey dönemlerinde geleneksel veraset anlayışı olan “Ülke hanedanın ortak malıdır.” töresi uygulanmış, bu uygulama sık sık taht kavgalarının çıkmasına sebep olmuştur.

Merkezî otoriteyi güçlendirmek ve taht kavgalarını azaltmak isteyen I. Murat, veraset sisteminde değişiklik yaparak “Ülke hanedanın ortak malıdır.” anlayışını terk etmiş, “Ülke padişah ve oğullarının ortak malıdır.” prensibini getirmiştir.

Fatih Kanunnâmesi’nde de Devlet-i Âliyye’nin bekası için (Nizam-ı Âlem) gerekirse kardeşlerin hal edilmesi (öldürülmesi) hükmü getirilerek “Ülke sadece padişahın malıdır.” fikri benimsenmiş, bu Kanunnâme ile merkeziyetçi yapı daha da güçlendirilmiştir.

I. Ahmet’le birlikte, ekber (büyük) ve erşed (akıllı) anlayışı benimsenerek büyük ve akıllı olan kardeşin hükümdar olması kararlaştırılmış, bu anlayış ile kardeşler arasındaki taht kavgalarına son verilmesi amaçlanmıştır.

Osmanlı Devleti 1876 yılında Türklerin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi ilan ederek Mutlak Monarşi’den Meşruti Monarşi’ye geçmiştir.

Bu sayede halkın seçimlere katılması ve hükûmeti seçmesi sağlanmıştır.

Tanzimat Öncesi, Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi Yönetim Anlayışları

II. Mahmut Dönemi’nde ayanlar ile bir anlaşma yapmış, Sened-i İttifak adı verilen bu belge ile Türk tarihinde bir padişah, ilk kez kendi gücü dışında bir başka gücü tanımıştır.

XIX. yüzyılın ilk yarısına gelindiği zaman, Osmanlı Devleti içte ve dışta yaşadığı sorunları bertaraf etmekte zorlanmıştır. Padişah Abdülmecit, bu yüzden Batı’nın kültürünü iyi bilen Mustafa Reşit Paşa’yı, Tanzimat Fermanı’nı hazırlamakla görevlendirmiştir.

Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayun), 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane Parkı’nda okunarak ilan edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesiyle kanun gücünün üstünlüğü ilk defa padişah tarafından kabul edilmiş ve padişah kendi haklarını sınırlandırmıştır.

Bu ferman, Osmanlı Devleti’nde modern anlamda anayasacılığın başlangıcı olarak kabul edilmiş, bu gelişmeleri Islahat Fermanı (1856) ve meşruti yönetime geçiş izlemiştir.

Aydınlar II. Abdülhamit’i ikna ederek 1876 tarihinde Türklerin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesini sağlamıştır.

Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesiyle birlikte, Osmanlı Devleti’nde meşruti yönetime geçilmiştir.

Meşrutiyetin ilanı sonucunda Osmanlı halkı, mebusları (milletvekilleri) seçmek için oy kullanma hakkına sahip olmuş ve padişahın yanında ilk kez yönetime katılmıştır.

Bu yeniden yapılanma girişimleri merkezden eyaletlere doğru genişleyerek sürmüştür.

1864’te kabul edilen Vilayet Nizamnâmesi’ne göre, 1867’de eyaletler vilayet adını almış ve buralara yönetici olarak müşirler görevlendirilmiştir.

Sancakları atama yoluyla kaymakam, kazaları seçimle işbaşına gelen kaza müdürü, köyleri de yine seçilerek işbaşına gelen muhtarlar yönetmiştir.

Meşrutiyet Dönemi Fikir Akımları

XIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. Yüzyılın başlarında, Osmanlı Devleti’nin dağılmasını engellemek için birtakım fikir akımları ortaya çıkmıştır.

Osmanlıcılık,

İslamcılık,

Türkçülük,

Batıcılık ve

Adem-i Merkeziyetçilik

NOT: Bu fikir akımları ülkeyi dağılmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.

Osmanlıcılık:

Tanzimat Devri’nde Genç Osmanlılar tarafından ortaya atılan bu fikre göre bütün Osmanlı vatandaşları kanun önünde eşit olacak, hiç kimseye din, dil, ırk ve mezhep ayrımı yapılmayacaktı.

Bir Osmanlı kimliği oluşturmayı amaçlayan bu akım, 1876’da Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesiyle birlikte uygulama alanı bulsa da 1877’de başlayan Osmanlı-Rus Harbi sonucu gelişme sağlayamadı.

Bu akımın temsilcileri arasında; Ziya Paşa, Mithat Paşa, Namık Kemal, Mustafa Reşit, Şinasi ve Fuat Paşa gibi devlet adamları ve aydınlar vardı.

İslamcılık (Panislamizm)

Bu anlayışın temelinde; “Bütün Müslümanlar halifenin etrafında toplanmalı ve onunla birlikte hareket etmelidir.” görüşü yatmaktadır.

II. Abdülhamit, bu fikir akımını devlet politikası hâline getirip İngiliz ve Ruslara karşı kullanmıştır.

Bu fikrin önemli temsilcileri arasında; Cemaleddin Afganî, Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Hamdi Akseki, Said Halim Paşa ve Mehmed Şemseddin gibi düşünürler vardı.

Türkçülük

Osmanlı’nın dağılmaktan kurtulmasının ancak güçlü bir Türk ulusuyla olacağına inanıyorlardı.

Bu fikrin temsilcileri arasında; Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmed Ağaoğlu, Fuat Köprülü, Halide Edip, Hüseyin Zade Ali, Gaspıralı İsmail ve Yusuf Akçura gibi aydınlar vardı.

Batıcılık

Batıcılık, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmasının Batı’ya benzemekle mümkün olacağını savunan fikir akımıdır.

Batıcılık fikrinin önemli temsilcileri arasında; Tevfik Fikret, Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Beşir Fuat, Baha Tevfik, Kılıçzade Hakkı ve Suphi Edhem gibi aydınlar vardır.

Âdem-i Merkeziyetçilik

Prens Sabahattin’in savunduğu bu görüş, merkeziyetçiliğe karşı olan ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesini savunan bir fikir akımıdır.

Merkez Teşkilatı

Padişah 

  Tahta çıkan hükümdar Cülus denilen bir törenle kılıç kuşanmıştır.

Padişah olacak hükümdar çocuklarına ilk dönemlerde çelebi sultan, daha sonraki dönemlerde ise şehzade denilmiş, şehzadeler devlet idaresinde tecrübe kazansın diye belli bir yaşa geldikleri zaman sancaklara gönderilmişlerdir.

Sancaklarda şehzadelere lala denilen devlet işlerinde deneyimli kişiler eşlik etmiş, her bir şehzade hükümdar olacakmış gibi yetiştirilmiştir.

III. Mehmet döneminde şehzadelerin sancağa çıkma usulünden vazgeçilmesi, devlet işlerinde tecrübesiz padişahların yetişmesine

 sebep olmuştur.

Divan-ı Hümayun

Osmanlı Devleti, Orhan Bey zamanında divan teşkilatını oluşturmuş, Osmanlı’da divana, Divan-ı Hümayun adı verilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar divana padişahlar başkanlık etmiş, Fatih’le birlikte vezir-i azamlar da divana başkanlık etmeye başlamıştır.

Divan-ı Hümayun, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi gibi çalışan bir meclisti.

Divanda alınan kararlar padişahın onayından sonra mühimme defterine kaydedilerek kanunlaşır ve yürürlüğe girerdi.

Divan-ı Hümayun Görevlileri

1-SEYFİYE (Yönetim- askerlik)

Vezir-i Azam (Sadrazam): Padişahın vekilidir. Onun mührünü taşır ve savaş zamanında Serdâr-ı Ekrem unvanıyla orduyu komuta eder.

Vezirler: Sadrazamın verdiği görevleri yerine getirir.

Yeniçeri Ağası: Başkentin güvenliğinden sorumludur. Vezir rütbesi olanlar divandaki toplantılara da katılır.

2- KALEMİYE (Maliye ve yazışma)

Defterdar: Devletin gelir ve giderleriyle ilgilenir.

Nişancı–Tuğracı: Yazışmalara bakar. Padişahın ferman ve beratlarına tuğra çeker. Ayrıca fethedilen toprakları tahrir (tapu) defterine kaydeder.

Reisülküttap: Devletin dış yazışmalarından sorumlu divan üyesi

3- İLMİYE (Eğitim, din, hukuk)

Kazasker (Kadıasker): Divandaki büyük davalara bakar. Kadı ve müderrislerin tayin ve terfi işleriyle de ilgilenir.

Şeyhülislam: Şeyhülislam Divân-ı Hümâyun üyesi değildi; ancak kendisinden dine uygunluk konusunda bilgi alınmak üzere divana çağrılabilirdi.

Topkapı Sarayı’nın Bölümleri

Birun

Sarayın dış bölümüydü ve sarayın dış hizmetlerine bakan devlet görevlileri burada bulunurdu.

Divanın toplandığı kubbealtı denilen yer de buradaydı.

Bîrûn’da çalışan görevlilerin sayısı oldukça fazlaydı.

Bunlardan bazıları; padişah hocası, hekimbaşı, cerrahbaşı, yeniçeri ağası, altı bölük halkı vb. kişilerdi.

Enderun

Enderun, padişaha hizmet eden görevlilerin bulunduğu yer olmakla birlikte, idari ve askerî yöneticilerin yetiştirildiği okulun da bulunduğu bölümdü.

Devşirme sisteminde belli bölgelerden toplanan Hristiyan çocuklar, Türk ailelerin yanına verilirdi. Bu çocuklar İslam inancına ve Türk geleneklerine göre yetiştirilir, daha sonra Topkapı Sarayı’na alınırdı.

Buradaki eğitimlerinden sonra yeteneklerine göre Enderun’da veya taşrada görev alırlar, bu görevlendirme işlemine ise çıkma denilirdi.

Harem

Padişah ve ailesinin özel hayatının geçtiği bölüm, bir diğer deyişle padişahın eviydi.

Aynı zamanda hayır faaliyetlerinin organize edildiği yer de olan harem, harem ağası tarafından yönetilirdi.

Hareme giren kadınlar sıkı bir disiplin altında eğitim görürdü.

Taşra Teşkilatı

I. Murat Dönemi’nde Rumeli’deki topraklar (sancaklar) birleştirilerek merkezi Manastır olan Rumeli Beylerbeyliği kuruldu. Rumeli’de fethedilen yerler artınca Anadolu ve Rumeli’nin tek idareci tarafından yönetimi sakıncalı görülmüş ve beylerbeylik sayısı ikiye çıkarılmıştır.

Yıldırım Bayezid Dönemi’nde de merkezi Kütahya olan Anadolu Beylerbeyliği oluşturulmuştur. Rumeli Beylerbeyliği protokol bakımından Anadolu Beylerbeyliği’nden daha önde yer almıştır.

Osmanlı’nın Klasik Dönem Taşra Görevlileri

   İdarî Birim          Yönetici                 Güvenlik                Adalet

   Eyalet                 Beylerbeyi              Subaşı                   Kadı

   Sancak               Sancakbeyi            Subaşı                    Kadı

   Kaza                    Kadı                       Subaşı                   Kadı

   Köy                     Köy Kethüdası        Yiğitbaşı                 Kadı Naibi

OSMANLI’DA EYALET SİSTEMİ

1- Salyâneli (Yıllıklı) Eyaletler: Tımar sistemi uygulanmaz, iltizam sistemi uygulanırdı. Merkezden uzaktı. Vergi toplanırdı.

Mısır, Bağdat, Tunus, Cezayir, Habeşistan, Yemen, Trablusgarp

2- Salyânesiz (Yıllıksız) Eyaletler: Tımar sistemi uygulanırdı. Merkeze yakın eyaletlerdi. Halep, Musul, Sivas, Diyarbakır, Budin, Bosna, Mora, Anadolu, Rumeli, Karaman vb.

3- İmtiyazlı (Ayrıcalıklı) Eyaletler: İçişlerinde serbest, dışişlerinde merkezî otoriteye bağlıydı. Hicaz, Kırım, Eflak, Boğdan, Erdel

İmtiyazlı eyaletlerden Kırım, sadece asker gönderir, diğerleri vergi verirdi. Hicaz ise ne asker gönderir ne de vergi verirdi.

Askerî Teşkilat

Osmanlılarda ilk düzenli ordu (yaya müsellem), Orhan Bey Dönemi’nde kurulmuştur.

I. Murat Dönemi’nde savaş esirlerinin beşte biri alınıp bu kişilere Türk İslam terbiyesi verilir, bu terbiyeden geçen kişiler daha sonra askerî sınıfa dahil edilirdi. Bu sisteme pencik adı verilir.

Pencik sisteminde sürekliliğin olmaması nedeniyle Mehmet Çelebi Dönemi’nde devşirme sistemine geçilmiştir. Bu sistemle belli bölgelerdeki Hristiyan ailelerden alınan çocuklar, bir eğitime tabi tutulmuş, verilen eğitimin ardından ordu veya bürokraside göreve alınmıştır.

Osmanlı Devleti, ilk Türk İslam devletlerindeki ikta sistemini, tımar sistemi adıyla geliştirerek bu sistemi devam ettirmiştir.

Tımar sistemi içerisindeki eyalet askerleri, Osmanlı ordusunun önemli bir kısmını oluşturmuştur.

Osmanlı donanması ilk olarak Orhan Bey Dönemi’nde Karamürsel’de oluşturulmuş, donanma komutanına kaptan-ı derya, donanma askerlerine de levent adı verilmiştir.

XVI. yüzyılda altın çağını yaşayan Osmanlı donanmasının ünlü denizcileri arasında Barbaros Hayrettin Paşa, Piri Reis ve Seydi Ali Reis gibi önemli kişiler yer almıştır.

KARA KUVVETLERİ

1- KAPIKULU ASKERLERİ

Kapıkulu Piyadeleri (Yaya Askerler)

Kapıkulu Süvarileri (Atlı Askerler)

2- EYALET ASKERLERİ

3- YARDIMCI KUVVETLER (Bağlı beylik ve devletlerin gönderdiği birlikler)

KAPIKULU PİYADELERİ (Yaya Askerler)

Acemi oğlanlar ocağı: Devşirmelerin ilk eğitildiği yer.

Yeniçeriler: Padişahı koruyan yaya kuvvetler

Cebeciler: Silahlardan sorumlu askerî sınıf.

Topçular: Top döküp kullanan askerî sınıf.

Top arabacıları: Topları cepheye taşıyan askerî sınıf.

Lağımcılar: Kuşatmalarda kale altlarına tünel açıp o bölgeyi havaya uçuran askerî sınıf.

Humbaracılar: Havan topu yapan askerî sınıf.

Bostancılar: Sarayın güvenliğini sağlayan askerî sınıf

KAPIKULU SÜVARİLERİ (Atlı Askerler)

Silahdarlar ve sipahiler: Savaş esnasında padişahın otağını koruyan askerler.

Sağ ve sol ulufeciler: Savaşta ve barışta saltanat sancaklarını koruyan askerler.

Sağ ve sol garipler: Ordunun ağırlıklarını ve hazineyi muhafaza eden askerler.

EYALET ASKERLERİ

Tımarlı sipahiler: Atlı askerî sınıf.

Akıncılar: Ordunun önünden giden keşif birliği.

Azaplar: Savaş esnasında ilk hücumu karşılayan öncü birlikler.

Yayalar ve müsellemler: Köprü tamiri ve yol yapımında görev alan askerler.

Yörükler: Siper kazma, kale tamiri ve yol açmada görevli askerler.

Sakalar: Su ihtiyacını karşılayan askerler.

Deliler: Sınır boylarında görev yapan korkusuz süvari birlikleri .

Beşliler: Sınırlardaki kaleleri koruyan askerler.

Gönüllüler: Sınırlardaki şehir ve kasabaları koruyanlar.

OSMANLI DEVLETİ’NDE SAVAŞ ORGANİZASYONU

Osmanlı ordusu her daim savaşa hazır hâlde bekletilirdi.

Kapıkulu ocakları merkezde bulunur, ordunun en kalabalık kısmını oluşturan tımarlı sipahiler ise tımar olarak kendilerine verilen topraklarda yaşarlardı.

Tımar sahipleri aldıkları gelir karşılığında cebelü denilen asker beslerlerdi.

Osmanlı Devleti’nin katıldığı savaşlar genelde bahar ile birlikte başlar, kış girmeden de sona ererdi.

Yapılan savaşlar yaklaşık altı ay devam ettiği için askerin iaşesi, ihtiyaçları, savaş araç ve gereçleri için ayrı bir bütçe oluşturulurdu.

Bu bütçe; mukataa, kürekçi bedelleri ve cizye gelirlerinden oluşurdu.

Ayrıca reâyadan savaş durumunda alınan ek vergiler de vardı. Bunlar; Avarız-ı Divaniye, İmdadiye-i Seferiye ve Sürsat gibi isimler verilen gelirlerdi. Yol güzergâhlarında ordunun konaklayacağı menzil denen yerlerde ambarlar bulunurdu.

OSMANLI ORDUSUNDA DEĞİŞİM

XVII. yüzyılda Yeniçeri Ocağı ve Tımarlı Sipahi Teşkilatı’nın ıslahı için çeşitli çalışmalar yapılmış fakat bu çalışmalarda başarılı olunamamıştır.

Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmayı düşünen II. Osman ise bu düşüncesi yüzünden hayatını kaybetmiştir.

I. Mahmut Dönemi’nde Fransız asıllı olan ve Osmanlı’da Humbaracı Ahmet Paşa adını alan Comte de Bonneval’ın (Kont Dö Bönivel) Osmanlı himayesine girmesi ile birlikte topçu ocağı ıslah edilmiş ve teknik subay okulu açılmıştır.

I. Abdülhamid Dönemi’nde ise deniz mühendishanesi açılarak yenileşme çalışmaları devam ettirilmiştir. (Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun)

Osmanlı Devleti’nde ordu sistemi III. Selim döneminde Nizam-ı Cedid adıyla yeni bir ordu kurularak tımar sistemi yeniden düzenlenmeye çalışılmış, Kabakçı Mustafa İsyanı nedeniyle III. Selim ıslahatlarda istenilen sonuca ulaşamamıştır.

II. Mahmut iktidara gelişinin ilk yıllarında Sekban-ı Cedit adıyla yeni bir askerî birlik kurmuş ancak Yeniçeri Ocağı bu askerî birliğin kuruluşuna karşı çıkınca Sekban-ı Cedit’i kaldırmak zorunda kalmıştır.

II. Mahmut 1826 yılında sürekli isyan eden Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmıştır.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması tarihe Vakay-ı Hayriye (hayırlı olay) olarak geçmiştir.

II. Mahmut tarafından kaldırılan Yeniçeri Ocağı’nın yerine, Asâkir-i Mansure-yi Muhammediye adıyla yeni bir ordu kurulmuştur.

Taşrada da Redif adıyla yeni birlikler kurulmuştur.

OSMANLI ORDUSUNDA DEĞİŞİM

Tanzimat Fermanı’nda askerlik görevinin vatan borcu olduğu anlayışından yola çıkılarak herkesin bu görevi belirli bir süre için yerine getirmekle yükümlü olduğu vurgulanmıştır.

Ordularda görev yapacakların askerlik süresi beş yıl olarak belirlenmiştir.

Askerlik alanında yapılan yenilikler öncelikle Müslüman halk üzerinde uygulanmış, gayrimüslimlerin ise bedel ödeyerek (bedeli nakdi) askerlikten muaf tutulmaları yönünde karar alınmıştır.

Sultan Abdülaziz Dönemi’nde zırhlı gemilerden oluşan büyük bir filo kurulmuştur.

II. Abdülhamit Dönemi’nde, Doğu Anadolu toprakları üzerinde bir Ermeni Devleti kurulmasını önlemek ve Rusya ile çıkacak bir savaş durumunda bölgede hazır silahlı güç bulundurmak amacıyla yerel halktan oluşan Hamidiye Alayları kurulmuştur.

Bu dönemde Harp Akademisi (Erkan-ı Harbiye Mektebi) açılarak harp okullarından sınavla seçilen subaylara üst düzeyde askerî dersler verilmiştir.

II. Mahmut Dönemi Devlet Teşkilatlanması

II. Mahmut Dönemi’nde Divan-ı Hümayun ise işlevselliğini yitirdiği için kaldırılmış, yerine nazırlıklar (bakanlıklar) kurulmuştur.

18. yüzyıldan itibaren önem kazanan reisülküttap, 19. yüzyılda Hariciye Nazırlığı’na dönüşerek dış politikadaki etkinliğini giderek arttırmıştır.

II. Mahmut, devlet işlerinin ahenkli bir şekilde yürütülmesi için çeşitli meclisler ve komisyonlar kurmuştur.

II. Mahmut Dönemi Meclisleri

Dar-ı Şûra-yı Bab-ı Âli: Yönetim

Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye: Adalet

Dar-ı Şûray-ı Askerî: Askerlik

II. Mahmut Dönemi’nde memurlar ilk kez içişleri ve dışişleri diye ikiye ayrılmış ve bunların maaşları hazineden verilmeye başlanmıştır.

Kamu görevlilerinin mallarına bazı nedenlerden dolayı devlet tarafından el konulması anlamına gelen müsadere usulü bu dönemde uygulamadan kaldırılmıştır.

Merkezî otoriteyi artırmak için valileri maaşa bağlamış ve onları memur derecesine indirmiştir.

Yine bu dönemde köy kethüdası diye adlandırılan muhtarlıklar kurulmuştur.

Tanzimat Dönemi Devlet Teşkilatlanması

Abdülmecit Dönemi’nde Osmanlı Devleti, Avrupalıların azınlık haklarını öne sürerek kendi iç işlerine müdahalesini engellemek, dağılmayı önlemek ve Mısır meselesinde Avrupa’nın desteğini almak için 3 Kasım 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nı ilan etmiştir.

Tanzimat Fermanı’nın hazırlanmasında Mustafa Reşit Paşa etkili olmuştur.

Ferman herkesten eşit vergi alınmasını öngördüğü için iltizam Usulü kaldırılmış ve vergiler merkezden gelen memurlar tarafından toplanmıştır.

Tanzimat Dönemi Meclisleri

Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye: Yüksek Mahkemedir. Kanun ve yönetmelik hazırlamıştır. 1861’de Tanzimat Yüksek Meclisi ile birleşmiştir.

Meclis-i Âli Tanzimat (Tanzimat Yüksek Meclisi): 1854’ten itibaren kanun ve yönetmelik hazırlama görevini devralmıştır.

Divan-ı Ahkam-ı Adliye (Yargıtay): 1868’de kurulmuştur. Şerî mahkemeler ve ticaret mahkemelerinin görev alanları dışında kalan hukuk ve ceza davalarına bakmıştır.

Şûra-yı Devlet (Danıştay): 1868’de kurulmuştur. Tanzimat Dönemi’nde yasa ve tüzüklerin hazırlanması görevini üstlenmiştir.

Meşrutiyet Dönemi Devlet Teşkilatlanması

3 Kasım 1839 Tanzimat ve 18 Şubat 1856 Islahat fermanlarından istedikleri sonuçları alamayan Osmanlı aydınları II. Abdülhamit’i tahta çıkarıp meşrutiyetin ilan edilmesini sağlamışlardır.

İlk Osmanlı Mebusan Meclisi 19 Mart 1877 Pazartesi günü Dolmabahçe Sarayında Padişah II. Abdülhamit tarafından açılmıştır.

Meşrutiyetin ilanı ile birlikte halk yönetime katılmış, meclis ise Ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur.

Ayan Meclisi

Üyelerini padişah seçerdi.

Ömür boyu görevde kalırlardı.

Üye sayısını ve başkanını padişah belirlerdi.

Üyelerde 40 yaşını doldurmuş olma şartı aranırdı.

Mebusan Meclisi

Halk tarafından seçilirdi. (50 bin kişiye bir mebus)

Seçimler dört yılda bir yapılırdı.

İki dereceli seçim sistemi vardı.

Üyeler sadece kendi bölgesinin değil, bütün ülkenin mebusuydu.

Mecliste gayrimüslimler de vardı.

Kanun-i Esasi 23 Aralık 1876

Sadrazam Mithat Paşa başkanlığındaki 28 kişilik komisyon, ilk Türk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi (1876) hazırlamıştır.

Hazırlanan bu yeni Anayasa, 23 Aralık 1876’da II. Abdülhamit tarafından kabul edilmiş, böylece Osmanlı Devleti’nde artık Meşruti Monarşi yönetimi başlamıştır.

1877-1878 tarihleri arasında çıkan Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında azınlık milletvekilleri olumsuz tutumlar sergileyince II. Abdülhamit meclis çalışmalarını askıya almıştır.

II. Meşrutiyet’in ilanı (23 Temmuz 1908)

II. Meşrutiyet’in ilanı (23 Temmuz 1908) ile tekrar parlamenter ve anayasal düzene geçilmiş ve böylece çok partili dönem başlamıştır.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin etkili olduğu bu dönemde, Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi Galata Köprüsü üzerinde öldürülünce siyasi hava ittihatçıların aleyhine dönmüştür.

Bu olaydan sonra İstanbul’daki avcı taburları ayaklanmış, 13 Nisan 1909 (31 Mart Olayı) tarihinde İstanbul’da isyan başlamıştır.

Tarihte 31 Mart Vakası diye geçen bu olay üzerine Selanik’ten gelen Hareket Ordusu, 25 Nisan 1909’da İstanbul’a girerek isyanı bastırmış ve II. Abdülhamit’i tahttan indirerek yerine kardeşi V. Mehmet Reşat’ı tahta çıkartmıştır.

CUMHURİYET DÖNEMİ DEVLET TEŞKİLATI

Yeni Türk Devleti’nin Yönetim Anlayışı

Atatürk, yeni devletin ulusal egemenliğe dayanmasından ve tam bağımsız olmasından yanaydı.

23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılmış ve Yeni Türk Devleti kurularak Meclis’in millî iradenin tek merkezi hâline gelmesi sağlanmıştır.

Bu devlet, 1921 Anayasası’yla (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) Türkiye Devleti adını almış, bu Anayasa’da; “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir!” denilerek Cumhuriyet yönetimine geçileceğinin işareti verilmiştir.

Ulus Devlet

Ulus devlet anlayışı, Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan milliyetçilik düşüncesiyle birlikte yaygınlaşan modern devlet anlayışıdır.

Türk Milleti’nin ulus devlete geçişi, XX. yüzyılda yaşanan siyasi ve sosyal olayların doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Ulus devletin asıl inşası Millî Mücadele Dönemi’yle başlamıştır.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk, millî bilinç ve şuurun toplum tarafından benimsenmesinden ve tarihsel bir bilincin harekete geçirilmesinden yanaydı.

Saltanatın Kaldırılması

Yeni kurulan mecliste saltanat yanlısı milletvekilleri olduğu gibi saltanatın kaldırılmasını isteyenler de vardı.

Ancak hepsinin önceliği vatanın düşman işgalinden kurtarılması olduğu için bu dönemde millî birlik ve beraberliğin bozulmaması amacıyla saltanata karşı açıkça tavır alınmamıştır.

Türk tarafında ikilik çıkarıp anlaşmayı istedikleri şekilde gerçekleştirmek isteyen İtilaf Devletleri, Lozan’da toplanması planlanan konferansa İstanbul Hükûmeti ile TBMM Hükûmeti’ni birlikte davet ettiler.

Bu olay, saltanatın kaldırılması sürecindeki en büyük etken oldu.

1 Kasım 1922’de TBMM’nin 308 numaralı kararı ile saltanat ile halifelik birbirinden ayrıldı ve saltanatın kaldırılması kabul edildi.

Saltanatın kaldırılmasından sonra halifelik makamı sembolik hâle getirilmiş ve halifeliğin Abdülmecit Efendi ile devamına karar verilmiştir.

Alınan bu kararla Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığı sona ermiştir.

Saltanatın Kaldırılma Gerekçeleri

Dönem itibariyle birçok ülkede monarşinin yıkılması ve yerine cumhuriyet yönetiminin kurulması.

Bir ülkede iki hükûmetin olmasının millî menfaatlerle bağdaşmaması.

Saltanat sisteminin, millî egemenlik ilkesine ters düşmesi.

Osmanlı Devleti’nin, TBMM Hükûmeti yanında Lozan Konferansı’na davet edilmesi ve bu durumun ikilik çıkaracağı endişesi.

İstanbul Hükûmeti’nin Millî Mücadele devam ederken takındığı tavır ve aldığı kararlar.

I. Meclisin Milletvekili Yapısı

23 Nisan 1920’de açılan I. Büyük Millet Meclisi, tarihi bir sorumluluk alarak olağanüstü bir dönemde ortaya çıkmıştır.

Bu Meclis, bütün olumsuzluklara rağmen her kesimden insanın temsil edildiği bir meclistir.

I. Büyük Millet Meclisi, her türlü fikrin tartışılması ve kolay muhalefet yapılması açısından demokratik özellik taşımaktadır.

I. Meclis’te kuvvetler birliği (yasama, yürütme, yargı) ilkesi Meclis’in bünyesinde toplanmıştı.

II. Meclisin Milletvekili Yapısı

Millî Mücadele Dönemi’nde I. Meclis yıpranmış, bu yıpranma sonucunda saltanat yanlısı mebusların Meclis’e karşı muhalif davranışları artmıştır.

Millî egemenlik düşüncesini yerleştirmek isteyen Mustafa Kemal Paşa, muhaliflerle yollarını ayırarak kendisi gibi düşünen milletvekilleriyle yoluna devam etmiştir.

II. Büyük Millet Meclisi ilk toplantısını 11 Ağustos 1923 Cumartesi günü en yaşlı üye sıfatıyla Abdurrahman Şeref Bey’in başkanlığında yapmıştır.

II. Meclis, inkılapların gerçekleştirilmesinde ve devlet teşkilatının oluşturulmasında etkili olmuştur.

Cumhuriyet Dönemi Devlet Teşkilatı

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman tam anlamı ile halk egemenliği gerçekleşmiş, 1921 Teşkilat-ı Esasi Kanunu ile yeni Türk devletinin ilk anayasası oluşmuştur.

1921 Anayasası, savaş döneminde hazırlandığı için bu Anayasa’da temel hak ve hürriyetlere yer verilmemiş, 29 Ekim 1923’te, 1921 Anayasası’nda yapılan değişiklikle, 1. Madde de “Türkiye Devleti’nin hükûmet biçimi cumhuriyettir.” denilerek devletin yeni yönetim şekli cumhuriyet olarak belirlenmiştir.

21 Ocak 2017 tarihinde yapılan anayasa değişikliği, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumla kanunlaşmış, böylece Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçilmiştir.

1982 Anayasası’nın bazı maddeleri değiştirilerek veya bu anayasaya yeni ibareler eklenerek Anayasa’nın sisteme uygun hale getirilmesi sağlanmıştır.

Bu anayasa ile milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkmış, milletvekili seçilme yaşı da 25’ten 18’e inmiştir.

Türkiye’de Genel Yönetim Teşkilatlanması

Cumhurbaşkanının seçimi önceden Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılırdı. 2007 yılında yapılan halk oylaması sonucunda Anayasa’ya; “Cumhurbaşkanı beş yıllığına halk tarafından seçilir.” maddesi eklenmiştir.

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylamasıyla Anayasa’da yapılacak olan değişiklikler onaylanmış ve Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçilmiştir.

Bu sisteme göre cumhurbaşkanı, devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil etmektedir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi 5 yılda bir milletvekili seçimiyle birlikte yapılır.

En fazla iki dönem seçilebilen Cumhurbaşkanı, Genel Bütçe Kanunu dışında yasa hazırlayamaz.

Cumhurbaşkanı, üst düzey kamu görevlilerini kararname ile atayıp görevden alabilir.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post