11. Sınıf Tarih 2. Ünite Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı

11. sınıf ders notları

Bu yazımızda güncel müfredata göre hazırladığımız 11. sınıf tarih dersi 2. ünitesi olan Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı ünitesinin ders notlarını paylaşıyoruz. 11. sınıf tarih kitabı özet pdf ders notları sayesinde derslerde daha başarılı olacaksınız. Güncel 11. sınıf Tarih ders kitabına uygun olarak hazırladığımız Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı özet ders notları aşağıdaki konuları kapsamaktadır.

  • ROMA KATOLİK KİLİSESİ VE YENİ ÇAĞ’DA AVRUPA
  • WESTPHALIA (VESTFALYA) BARIŞI VE MODERN DEVLETLER HUKUKUNUN DOĞUŞU
  • AVRUPA’DAKİ GELİŞMELER KARŞISINDA OSMANLI DEVLETİ
  • OSMANLI DEVLETİ’NDE ÇÖZÜLME BELİRTİLERİ
  • OSMANLI DEVLETİ’NDE ÇÖZÜLMEYİ ÖNLEME ÇABALARI
  • LALE DEVRİ (1718-1730)
  • OSMANLI DEVLETİ VE MATBAA
  • OSMANLI İLİM-İRFAN İNSANLARI

11. Sınıf Tarih Dersi 2. Ünite

AVRUPA’DA FİKRİ VE MANEVİ ALANDA GELİŞMELER

Batı Roma İmparatorluğu, Kavimler Göçü sonrasında yıkılınca Antik Çağ kültürü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.

“Kilise”, Avrupa’da Eski Dünya’nın yıkıntıları içinde Antik Çağ’ın kültür değerlerini ele alıp kurtarmıştı.

Kültürel birikimi olmayan genç kavimler kilisenin aracılığıyla Eski Dünya’nın değerlerini benimseyerek yetişmişlerdi.

Antik kültüre ait düşüncelerden sadece kilisenin uygun bulduğu ve müsaade ettiği düşünceler ayakta kalabilmiş, kiliseye aykırı düşünceler ise kesin olarak terk edilmişti.

Kilise, serbest düşünmenin önünde bir engel oluşturarak kendi ürettiği bilgiyi halka yaymış, bunun dışındakileri reddederek engellemişti.

Bu da skolastik düşüncenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Endüljans: Orta Çağ Avrupa’sında Papanın sattığı günah çıkarma, af belgesidir.

Aforoz: Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen “dinden çıkarma” cezasıdır.

Enterdi: Papa’nın Hristiyan bir ülkeyi halkı ile birlikte dinden çıkarmasıdır.

Engizisyon: Katolik kilisesine bağlı dinî mahkemelerdir.

YENİ ÇAĞ AVRUPASI’NDA HALK

Avrupa’da toplum iki sınıfa bölünmüştü:

Ruhban ve aristokratların oluşturduğu birinci sınıf insanlar ve

yoksul halkın oluşturduğu ikinci sınıf insanlar.

Soylular ve rahipler maddi ve manevi açıdan halkı sömürmekteydiler.

Halk tabakasının kendini geliştirip değiştirebileceği bütün alanlar kapatılmıştı.

Aydınlanma ile birlikte özgür düşüncenin önü açılarak kiliseye karşı alternatif dünya görüşü oluşturulmuştu.

Aydınlanmayla birlikte yükselen burjuvazi, yeni ekonomik alanlar açmış ve toplumda bir orta sınıfın doğmasına neden olmuştu.

FEODALİTE

Feodalite; siyasal ve askerî gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine veya imtiyazına sahip olan bir senyörler (derebeyler) ile bu sınıfa bağımlı köleler sınıfının oluşturduğu idari düzendir.

Bu düzenin kuruluşuyla Avrupa’da siyasal birlik bozulmuş, küçük yönetim birimleri ortaya çıkmıştır.

Avrupa’da Orta Çağ boyunca hüküm süren feodalite (derebeylik) XV. yüzyıldan itibaren yerini mutlak krallıklara bıraktı.

Feodalitenin önemini kaybetmesiyle birlikte Yeni Çağ Avrupası’nda birtakım dönüşümler yaşanmıştır.

Bu dönüşümlerin yaşanmasında Coğrafi Keşifler, barutun ateşli silahlarda kullanılması, hümanizm (insancılık) ve sekülerleşme gibi gelişmeler etkili olmuştur.

RÖNESANS

XV. yüzyıldan itibaren ilk olarak İtalya’da Hümanizmin etkisiyle  ortaya çıkan, İlk Çağ’ın klasik kültür ve sanatına dayanan bilim ve sanat akımıdır.

Rönesans, daha çok edebiyat ve güzel sanatlar alanında görülen yenilik ve gelişme hareketidir.

Rönesans hareketlerinin başlamasına ticari faaliyetler sonucu zenginleşen mesen sınıfının büyük katkısı olmuştur.

Nedenleri:

Coğrafi Keşiflerle zenginleşen burjuva sınıfının mesen denilen koruyucu aileler oluşturması,

Matbaanın gelişmesi ve kağıdın yaygınlaşması,

Arka arkaya dahi denilebilecek sanatçıların yetişmesi,

İstanbul’un fethi ile bazı bilim adamlarının İtalya’ya gitmesi,

Endülüs Emevileri’nin Batıyı etkilemesi.

Eski Yunan ve Roma eserlerin incelenmesi.

Sonuçları:

Özgür düşüncenin temeli atıldı.

Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.

Skolastik düşünce terk edildi. Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce bu sayede ortaya çıktı.

Reform hareketlerine zemin hazırlandı.

Osmanlı Devleti ise Rönesans’tan fazla etkilenmedi.

Machiavelli (1469-1527)

Machiavelli (Makyavelli) hiçbir etik kurala bağlı olmayan ve sınırsız güç sahibi bir devlet yapısının yaşama geçirilmesini öne sürdü.

Onun başlıca amacı, yabancı devletlerin etki ve işgallerinden kurtulmuş ulusal ve güçlü bir İtalyan devletinin kurulmasıydı.

Machiavelli görüşlerini dilimize “Hükümdar (Prens)” olarak çevrilen eserinde ortaya koydu.

Machiavelli’ye göre hükümdar kendisini erdemli bir kişi olarak tanıtmalıdır ama gerektiğinde hiç de öyle davranmamalıdır.

Dinin toplumu bir arada tutan işlevi olmasından dolayı hükümdar kendisini, gerçekte öyle olmasa bile dindar bir kişi olarak göstermelidir.

Paralı askerler yerine yurttaşlardan kurulu düzenli bir ordu kurulmalı, askerler eğitimli ve disiplinli olmalıdır.

Machiavelli’ye göre devletler arası ilişkilerde devlet, amacına ulaşmak için her yolu deneyerek sınırları içinde ve dışında güç kullanmalı ve hukuk dışı kurallara başvurmalıdır.

Hukuka başvurmada devletin çıkarı gözetilmelidir. Devletler arası sorunların çözümünde yalan dolan yetmez ise tek çözüm yolu savaştır.

Thomas Moore (1478-1535)

Utopia (Ütopya) adlı eserinde özel mülkiyetin bulunmadığı toplumsal bir düzen tasarlayan More, koyu bir Katolik Hristiyan olarak bu görüşünü dine dayandırmaktaydı.

Böyle düşsel bir ülkede hiç kimse toprak sahibi değildi fakat herkes işçiydi ve üretim bir plana bağlıydı.

Üretilen mallar para karşılığı olmaksızın herkesin gereksinimine göre dağıtılacaktı.

 More açısından yönetici, seçimle işbaşına gelmeli ve görevini kötüye kullanmadığı sürece işbaşında kalmalıdır.

Halk kurultaylarında ülke meseleleri konuşulmalıdır.

Savaş gerektiğinde savunma amaçlı yapılmalıdır.

Thomas More, Sanayi Devrimi’nden çok sonra uygulamaya koyulan kadın erkek eşitliği, çalışma saatlerinin sınırlandırılması, temel eğitimin genel, parasız ve zorunlu olması, sağlık hizmetlerinin devletçe yerine getirilmesi, yaşlıların ve düşkünlerin devletçe gözetilmesi gibi görüşlerin öncüsü sayılır.

Thomas More’un “Ütopya” adlı eseri, roman sanatının henüz ortaya çıkmadığı o tarihlerde, bir anlatı metni olarak kurgulanmıştır.

Ütopya, güney yarım kürede bir adadır. Hikâye, bu adada yaşamış bir gemicinin, ada halkının kurduğu düzeninin mükemmelliğini Avrupa’ya tanıtması biçiminde sürer.

Jean Jacques Rousseau (1712-1778)

Jean Rousseau’ya (Jan Jak Russo) göre her türlü kötülüğün kaynağı, mülkiyet fikrinin varlık kazanmasıdır.

Mülkiyetin ortaya çıkması ile sınıf kavgası baş göstermiş, siyasal iktidar da bu sınıf savaşının bir sonucu olarak biçimlenmiştir.

“İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” adlı eserinde mülkiyet hakkının ortadan kalkması gerektiğini öne sürmüştür.

Rousseau “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde toplum düzeninin sözleşmelere dayandığını vurgulamakta ve devleti yüceltmektedir.

Toplum sözleşmesi ile oluşan devlet, egemen güçtür.

Egemenlik bölünemez.

Bu nedenle de kuvvetler ayrılığı ilkesi kabul edilemez.

Fransız İhtilali ile birlikte toplumda düzenin sağlanması için devlet otoritesini savunmuştur. Çoğunluğun iktidarından yanadır.

Immanuel Kant (1724-1804)

Immanuel Kant (İmanuel Kant), Rousseu’nun Toplum Sözleşmesi eserinden etkilenerek yazdığı “Sürekli Barış Projesi” adlı eserinde kamusal otoritenin temelini oluşturmada aklı öne çıkarır.

İnsanların temel eşitliği düşüncesinin ancak evrensel akıl önermeleriyle yapılacağını savunmuştur.

Kant’a göre doğa, insanları amaçlarına doğru götürürken evrenselleştirir.

Ahlakın evrenselliği bütün bireylerin eşitliğini getirir.

Kant’a göre yurttaşlık, genel yasa karşısında bağlılık statüsü değildir.

Eşit kardeşlik durumunda olan herkesin hakkıdır.

Bu amaca uygun olan tek siyasal biçim temsilî sistem ve güçler ayrılığını işleyen cumhuriyetçi biçimdir.

İşçi ve hizmetkâr sınıfını yurttaş olarak kabul etmez.

O bütün bu görüşleriyle evrensel ahlakı öne alan orta sınıfı savunur ve onları gerçek yurttaş olarak kabul eder.

Reform:

Avrupa’da, Martin Luther önderliğinde 16. yüzyılda meydana gelen, dinî alandaki değişimlerdir. Almanya’da başlamıştır. Yeniden düzenleme anlamına gelir.

Reform’un Nedenleri;

Kağıt ve matbaanın geliştirilmesi,

Katolik kilisesinde meydana gelen bozulmalar

Aforoz (Hıristiyanlıkta din kardeşliğinden ve kiliseden çıkarmak), Enterdi (Bir ülkeyi kralı ile birlikte dinden atmak) ve Endüljans (Papa’nın sattığı af belgesi) sorunları,

Rönesans’ın etkileri ve Skolastik düşüncenin yıkılması

İncil’in milli dillere çevrilmesi

Kilisenin zenginliğine karşın halkın fakirliği

Reformun Almanya’da Başlamasının Nedenleri:

Hristiyanlığı daha geç kabul eden Almanların inançlarının kötüye kullanılması.

Alman halkının daha fakir olması.

Matbaanın Almanya’da geliştirilmesi ve bunun İncil’in çoğaltılmasında kullanılması,

İncil’in ilk kez Almancaya çevrilmesi,

Bazı derebeylerin Şarlken’e karşı reformcu grupları desteklemesi.

Reform Süreci:

Reform hareketleri Almanya’da Katolik bir papaz olan Martin Luther tarafından başlatılmıştır. Luther, kısa sürede Alman prensliklerinin ve halkın desteğini elde etmiştir.

Avrupa’da oluşan Katolik karşıtı bu yeni dinî anlayış Protestanlık mezhebine dönüşmüştür.

Avrupa’da yaşanan gelişmeler, Katolikler ile Protestanlar arasında kanlı mezhep çatışmalarının yaşanmasına yol açmıştır.

Sürüp giden toplumsal çatışmalar 1555’te Augsburg Antlaşması’nın imzalanmasına neden olmuştur. Bu antlaşma ile, Protestan mezhebi resmen kabul edilmiştir.

Reform hareketleri Fransa’da Calven tarafından savunulmuştur. Nant Fermanı ile Kalvenizm Fransa’da kabul edilmiştir.

Reform hareketlerinin İngiltere’deki savunucusu İngiltere Kralı 8. Henri’dir. Kral, Reform’la ortaya çıkan yeni düşüncelerin halk arasında yayılmasını sağlamış, İngiliz kilisesini Papa’nın ve Katolik Kilisesinin egemenliğinden çıkartarak, kendi kontrolü altına almıştır.

Osmanlı Devleti Reform hareketlerini yakından izlemiş, Protestanlara destek de olmuştur. Osmanlıların bu politikasında; Avrupa Hristiyan birliğinin parçalanmak istenmesi önemli rol oynamıştır.

Reform’un Sonuçları:

Papanın Avrupa’daki etkinliği azalmıştır.

Avrupa’da yeni mezhepler ortaya çıkmıştır.

Katolik Kilisesi gelişmeler karşısında kendini yenileme yoluna gitmiştir.

Kiliseye ait olan mallar ve topraklar ele geçirilmeye başlanmıştır.

İlk kez laik eğitim kurumlan açılmaya başlamıştır.

Avrupa’da mezhep anlaşmazlıklarından doğan savaşlar başlamıştır.

Mezhep çatışmaları Osmanlı Devleti’nin Avrupa fetihlerini kolaylaştırmıştır.

Otuz Yıl Savaşları (1618 – 1648):

Aydınlanma Çağı olarak nitelenen 17. yüzyılda din eksenli savaşlar yaşanmıştır.

Avrupa’da kurmayı planladığı Hristiyan birliği için en büyük engel olarak Alman prenslerini gören Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, Protestan Alman prenslerine saldırmış ve askerî mücadeleler başlamıştır.

Fransa kendisi de Katolik olmasına rağmen, Almanya’nın güçlenmesini istemediği için Protestanların yanında savaşa girmiş ve sonuçta 1648 – Westfalya Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile;

Buna göre Protestanlık yeniden serbest bırakılmıştır.

 Mezhep kavgalarına son verilmiştir.

Roma Germen İmparatorluğu dağılma sürecine girdi.

SEKÜLERLEŞME

Sekülerizm, dinî olanın karşıtı anlamına gelmektedir.

Protestan ülkelerde ortaya çıkan bir düşüncedir.

Sekülerizmde insan aklının dinî bağlardan ayrılması ve dinin bir vicdan meselesi hâline getirilmesi istenmiştir.

Bunun sonucu olarak din, kamu hayatından giderek ayrıştırılmış, kişiye özel hâle getirilerek manevi dünyanın inşasına kaydırılmıştır.

Böylece Batı’da din sosyal önemini de yitirmiştir.

AVRUPA’DA SOSYAL VE EKONOMİK GELİŞMELER

Ortaçağ Avrupası’nda kral ile diğer egemen bir güç olan prenslikler arasında hiyerarşik bir yapı bulunmaktaydı.

Papa ilahi liderken imparator ise dünyevi bir liderdi.

Reform hareketleriyle birlikte kilise dışlandı, feodal devletler güç kaybetti ve ulusal krallıklar kuvvetlendi.

Dinin devletler arasında farklı algılanması sonucunda Avrupa’da Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) yaşandı.

Bu savaşlar sonrası Westphalia (Vestfalya) Barış Antlaşması imzalandı.

Antlaşma ile Avrupa devletlerinin statüleri değişmeye, devletler arasındaki ilişkiler sekülerleşmeye başladı.

Kilisenin sahip olduğu bütün güçlere sınırlandırma getirildi.

Almanya’da Katoliklik, Protestanlık ve Kalvenizm geçerli mezhepler hâline geldi.

Westphalia Barışı, Avrupa’yı dinî ve siyasi anlamda denge sistemine dayandırmak amacıyla yapılan ilk konferanstır.

Bundan böyle imparatorluklar yerini ulusal krallıklara ve ulus devletlere bırakıyordu.

Rönesans ve reformlarla başlayan gelişmeler, Avrupa’da Aydınlanma çağını başlattı.

Newton, Kopernik, Galileo, Descartes (Dekart), Jean Jack Rousseu, Immanuel Kant, Voltaire (Volter) ve Montesquieu (Monteskiyö) Aydınlanma Çağı’nın ileri gelen temsilcileridir.

HÜMANİZM

Hümanizm, insanı değer kabul eden, onu her şeyin ölçütü olarak tanımlayan, insanın doğasını, yeteneklerini, sınırlarını veya ilgilerini konu edinen bir felsefi akımdır.

Hümanizm, edebiyat, bilim, sanat alanlarında ortaya çıkmıştı. 

Rönesans’ın doğmasında hümanist düşüncenin etkisi büyük olmuştu.

Hümanizm düşüncesi heykel ve mimari alanında da kendini göstermişti.

Hümanizmin önemli temsilcileri arasında: Dante, Petrarca (Petrark), Montaigne (Monteyn), Erasmus ve Cervantes (Servantes) sayılmaktaydı.

MERKANTİLİZM VE BURJUVA SINIFI

Merkantilizm, bir ülkenin zenginliğini, sahip olduğu altın ve gümüş gibi değerlere bağlayan ekonomik doktrindir.

Diğer bir ifadeyle “merkantilizm, bir milletin ekonomik gücünü ve zenginliğini en üst düzeye çıkarmak amacını güden ekonomi modelidir.

XVI ve XVII. yüzyılda Avrupa ülkelerinin ticaret politikalarının temelini merkantilizm oluşturmuştur.

Merkantilist anlayış, Coğrafi Keşifler sonrasında Avrupa’da ortaya çıkmıştır.

Avrupalıların yeni ticaret yolları bulmalarında ve sömürgecilik yarışına girmelerinde merkantilist anlayış ön plandadır.

Coğrafi Keşifler ile ticarette gittikçe zenginleşen burjuva sınıfı doğdu. Yönetimde ve ticarette söz sahibi oldular.

MERKANTİLİZM’İN ETKİLERİ

XVII. Yüzyıldan itibaren şehirlerde nüfus artış oranlarını yükseldi.

Bu durum Sanayi İnkılabı’nın kaynağını oluşturdu.

Diğer yandan artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan tarım, hayvancılık vb. kaynak yetersizliği köylü isyanlarına neden oldu.

Bunlardan dolayı merkantilist ekonomi, kır nüfusunun kentlere taşınmasında etkili oldu.

XVIII. yüzyılda İngiltere ve Hollanda merkezli başlayan iyileşmeler ve teknolojik gelişmeler sayesinde tarımda insan gücüne olan ihtiyaç azaldı.

Bu gelişme sonucunda kırsalda yaşayan insanların büyük bir kısmı işsiz kalınca kentlere göç etmek zorunda kaldı.

MODERN DEVLETLER HUKUKUNUN ORTAYA ÇIKIŞI

Martin Luther’in öncülüğünü yaptığı reform hareketleri Mezhep Savaşları olarak da anılan Otuz Yıl Savaşları’nın başlamasına neden oldu.

Westphalia (Vestfalya) Barışı ile bu savaşlar son buldu ve “hâkimiyet” kavramı bu süreçle yeniden tartışmaya açıldı.

Roma-Vatikan merkezli birleşik Avrupa yerini ulusal devlet merkezli, parçalanmış bir Avrupa’ya bıraktı.

OTUZ YIL SAVAŞLARI’NIN (1618-1648) NEDENLERİ

1555 yılında yapılan Ogsburg Antlaşması ile Kutsal Roma Germen imparatoru ve papalık, Protestanların varlığını kabul etmek zorunda kalmıştı.

Avusturya ve İspanya kralları papa ile işbirliği yaparak Protestanlara ve Protestanlığı benimsemiş prenslere baskı kurmaya başlamıştır.

Ogsburg Barış antlaşması ile yasaklanan kilise mallarının kamulaştırılmasına Protestan prensler tarafından devam edildi.

Dinî sebeplerle başlayan savaşlarda, Habsburg ve Bourbon (Börbın)  -Fransa- hanedanlarının siyasî mücadelesinin de rolü vardır.

OTUZ YIL SAVAŞLARI’NIN TARAFLARI

Protestan Birliği: Fransa, Danimarka, Bohemya, İsveç, Norveç, Hollanda, İngiltere, Protestan Alman Prenslikleri

Katolik Birliği: Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, İspanya, Avusturya, Bavyera, Katolik Alman Prenslikler

Önceleri Katolik kralların üstünlük kurduğu savaşı İsveç ve Fransa’nın savaşa dahil olması ve  Portekiz’in İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle Protestanlar kazandı.

Taraflar arasında 1648 yılında Westphalia (Vestfalya) Antlaşması imzalanmıştır.

1648 WESTPHALİA BARIŞI

Westphalia Barışı ile Avrupa halkına mezhep seçme özgürlüğü tanındı.

Hollanda, İsviçre ve Portekiz gibi devletlerin bağımsızlığı kabul gördü.

Modern devletler hukukunun temeli atıldı.

Habsburg Hanedanı’nın itibarı zedelendi.

Almanya’da yerel hanedanlar öne çıktılar.

Brandenburg (Birendınbörg) Prensliği giderek güçlendi ve bir bakıma Prusya İmparatorluğu’nun yani Almanya’nın temelleri Westphalia’da atıldı.

Almanya yüzlerce küçük prensliğe bölündü.

1648 WESTPHALİA BARIŞI’NIN DEĞERLENDİRMESİ

Almanya 1871’e kadar siyasal birliğini tamamlayarak Orta Avrupa’da baskın güç olma şansını yitirdi.

XIX. yüzyıla kadar kıta Avrupası’ndaki en güçlü devlet ise Fransa oldu.

Alman İmparatorluğu gibi papalık da Westphalia’da darbe yedi.

“Din özgürlüğü mefhumu (kavramı) Avrupa’da kesinlik kazandı.

Devletler daha seküler (dünyevi) bir hale geldi.

Devletler kendi topraklarında “mutlak egemen” bir konuma yükseldi.

Avrupalı krallar kiliselerini “millî” hâle getirdiler. Dini, devletin tekeline aldılar.

MODERN DEVLETLER HUKUKUNDA WESTPHALİA MODELİ

Westphalia modeline göre devletler, devletler arası hukukun eşit özneleri oldular.

Devletler arası hukuk devletlerin kendi arzularıyla taraf oldukları antlaşmalarla belirlenecektir.

Devlet kendi tebaası ve kendi toprakları üzerinde mutlak yetkiye sahip oldu.

Bu antlaşma, Modern Avrupa’nın ve millî devletlerin doğuşunda da önemli bir yere sahiptir.

Westphalia, Napolyon sonrasında Avrupa’nın yapısının belirlendiği 1815 Viyana Antlaşması’na kadar Avrupa kamu hukukunun temeli oldu.

AVRUPA’DA BİLİMSEL GELİŞMELER

Yeni Çağ’da kilise öğretilerine karşı Rasyonalizm akımı ortaya çıktı. Rasyonalizm, (akılcılık) gerçeklerle ilgisi kopmuş birtakım dogmatik düşünce kalıplarının içine hapsolmadan, sorunlara akla, mantığa ve gerçeğe uygun çözümler aramak demektir.

Rasyonel düşüncenin ortaya çıkardığı felsefelerden birisi de pozitivizmdir.

Pozitivizm, aydınlanmanın temel düşüncesi olan bireysel aklın, doğanın kontrolünün, modernitenin, egemenlik ve hukukun temellerini oluşturmuştu.

Copernicus 1473-1543

Antik ve Orta Çağ ilminin evrenle ilgili yaklaşımlarının yanlış olduğunu iddia eden Polonyalı din adamı, matematikçi ve astronom Kopernik, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü tezinin öncülüğünü yapmıştır.

Hümanist yöntemin ilim öğrenmede önemini kabul eden Kopernik, astronomi biliminde matematiğin eksikliğini anlamıştır.

Astronomi alanında öncü olan Kopernik, kendinden sonra gelen Kepler ve Galileo için esin kaynağı olmuştur.

Kopernik, evrenin Güneş merkezli olduğunu ve Dünya’nın döndüğünü bilimsel temellere oturtmuştur.

Dünya’nın ve bütün gezegenlerin kendi ve Güneş etrafında döndükleri fikrini ileri sürmüştür.

Galile 1564- 1642

İtalyan asıllı gök bilimcidir.

Kendi geliştirdiği teleskopla gezegenleri ve yıldızları inceledi.

Gezegenlerin Güneş etrafında hareket ettiğini ve Dünya’nın yuvarlak olduğunu savundu.

Bu görüşlerinden dolayı engizisyonda yargılandı.

Mahkeme baskısı nedeniyle iddialarından vazgeçtiğini söyledi.

Isaac Newton 1642-1727

Orta Çağ boyunca Katolik Kilisesi Dünya’nın evrenin merkezi olduğu düşüncesini benimsemişti.

Bilim Devrimi ile birlikte Güneş merkezli bir evren sisteminin varlığı kabul edildi.

Isaac Newton’ın (Ayzek Nivtın) (1643- 1727) optik, matematik ve fizik alanlarındaki çalışmaları ise Bilim Devrimi’nin en üst noktasıydı.

Newton, gelişmiş bir teleskop icat etti.

Newton, çağdaş anlamda bilimi kuran ve bilimsel düşünüşün en gelişmiş örneğini ortaya koyan bilim insanıydı.

Evrensel çekim yasasını bulmanın ötesinde bilim ve felsefe arasındaki ilişkiyi de bugünün bakış açısıyla belirledi.

Bilim İnsanları ve İcatları

Copernicus: Güneş merkezli evren modeli

Galileo: Teleskop, termometre, eğik düzlem deneyi

Newton: Evrensel kütleçekimi yasası, kalkülüs, optik teorisi

Kepler: Gezegenlerin eliptik yörüngeleri ve hareket yasaları

Torricelli: Barometre, hidrostatik basınç yasası

Pascal: Pascal üçgeni, Pascal yasası, basınç ölçer

OSMANLI DEVLETİ’NDE ASKERİ VE EKONOMİK SARSINTILAR

XVI. yüzyıldan itibaren Coğrafi keşiflerin ve Avrupa’daki merkantilizmin etkisiyle önemli miktarda değerli madenlerin birikimi yapıldı.

Bol miktarda gümüş paranın kullanımı, gümüşün bolluğu fiyatların yükselmesine ve gelirin düşmesine neden oldu.

Bu gelişmeler Osmanlı ekonomisinde paraya değer kaybettirdi.

Bu durum enflasyonun yaşanmasına neden oldu.

İlk etkili enflasyon 1593’te oldu ve bir akçedeki gümüş miktarı yarı yarıya indirildi ama maaşlar, aynı akçe miktarıyla ödendi.

Devletten maaş alanlar, eskisine oranla gelirlerinin yarısını kaybetmiş oldular.

Bu dönemde kapıkulu askerlerinin sayısı birkaç kat arttırıldı ve ateşli silahlarla donatıldı.

Askerlere ulûfe ve bahşişlerin ödenmesi ekonomiye büyük bir yük getirdi.

Ticaret yollarının değişmesi nedeniyle Osmanlı şehirleri ve ekonomisi büyük zarar gördü.

Bu gerilemeyi arttıran bir diğer neden Anadolu’da ortaya çıkan Celâli İsyanları’dır.

Osmanlı Devleti para politikasına yeniden çekidüzen vermek için bazı çalışmalar yaptı.

Bu doğrultuda darphanede çeşitli miktarda ve oranlarda sikkeler (para) bastırıldı.

 Saraya ait altın ve gümüş içeren değerli eşyalar da darphanede eritilerek paraya çevrildi.

Maden ocakları yeniden faaliyete geçirilip işletmeye açıldı.

Tüm bu tedbirlere rağmen ordunun askerî harcamaları karşılanamadı.

XVIII. yüzyılın ilk yarısında Devlet, savaşın yol açtığı kıtlık ve enflasyonu engellemek için geleneksel fiyat düzenlemesi olarak bilinen narh (resmi makamların belirlediği fiyat) sistemine uygun olarak fiyatların kontrolünü sağladı.

KAPİTÜLASYONLARIN SÜREKLİ HALE GETİRİLMESİ VE SONUÇLARI

Gerçek anlamda ilk kapitülasyon II. Selim döneminde 1569’da Fransa’ya verildi.

1580’de İngiltere’ye ve 1612’de de Hollanda’ya Kapitülasyonlar verildi.

1740 yılında Fransa’ya verilen kapitülasyonlar Sultan I. Mahmut tarafından sürekli hâle getirdi.

İngiltere’ye verilen ayrıcalıklar 1838 Balta Limanı Antlaşması ile en geniş halini aldı.

Avrupalı devletlere verilen kapitülasyonlar merkantilizm politikasının

 Osmanlı’da uygulanmasını kolaylaştırdı.

Avrupalıların malları zamanla Osmanlı pazarlarını doldurmaya başladı.

Esnaf sınıfının iş yapamaz hâle gelmesi, sosyo-ekonomik yapının bozulmasına neden oldu.

OSMANLI ASKERİ YAPISINA YÖNELİK DÜZENLEMELER

XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ateşli silahların etkin bir şekilde kullanılmaya başlanması Avrupa’da Askerî Devrim’in başlangıcı oldu.

Ateşli silahların icadıyla küçük prenslikler ve şehir devletlerinin en büyük dayanağı olan Orta Çağ kale surları aşılabilir hâle geldi.

Bu dönemde ağır atlı birliklerden vazgeçildi.

Bunun yerine sayıca fazla, daha ekonomik olan hafif silahlı piyadeler ön plana çıktı.

Avrupa’daki gelişmelere ayak uyduramayan Osmanlı devleti askeri üstünlüğünü kaybetmeye başladı.

Yeniçeri ocağında meydana gelen bozulmalar, tımar sisteminin bozulması, Avrupa’da ordusundaki gelişmeler Osmanlı Devleti’nin zayıflamasında etkili oldu.

Tımar topraklarının nüfuzlu şahıslar tarafından, kendi çıkarları doğrultusunda kullanılması tımarın bozulmasına neden olmuştur.

Ayrıca dirliklerin, askerî hizmetle değil, para ile satın alınabilen birer geçim kapısı hâline gelmesi de tımarın bozulmasını hızlandırmıştır.

Bu durum Osmanlı Devleti’nde askerî ve mali gerilemeye yol açmıştır.

XVII. yüzyılda tımar sisteminin bozulmaya başlamasıyla asker sayısında azalmalar yaşandı.

Osmanlı ordusunda tüfek kullanan piyade ihtiyacının artışıyla yeniçeri sayısı arttırıldı.

Kapı kulları eskiden beri maaş olarak ulûfe alıyorlardı. Tımarlı sipahilerin yerini alan sekban ve sarıcalar, kapı kulları gibi ulûfe ile hizmet ediyorlardı.

Kapı kullarının maaşları devlet hazinesinden ödenirken bu yeni askerî teşkilatın maaşları ise vilayet beyleri tarafından ödenmeye başlandı.

XVII. yüzyılın ilk yarısında Celâli İsyanları nedeniyle Anadolu’da açığa çıkan güvenlik sorunlarının aşılması ve isyanların bastırılması için sekban, sarıca adıyla anılan levent birlikleri oluşturuldu.

Tımarlı sipahi sisteminin bozulması ile devlet yeni askerî organizasyonlar kurmaya başladı.

Bu askerî değişimi zorunlu kılan nedenlerden bir diğeri de Avrupa orduları karşısında yaşanan yenilgilerdir.

Sekban ve sarıca askerleri Anadolu halkından alınmakta olup daha önceleri levent adını taşıyan kişilerden oluşuyordu.

XVII. Yüzyıl Celâli İsyanları’nın bastırılıp iç güvenliğin sağlanmasında sekban ve sarıcalar etkili oldular.

İLTİZAM SİSTEMİ

Savaş teknolojisindeki gelişim, ateşli silahlarla donatılmış ve devamlı maaş alan merkezî piyade ordularının önemini arttırmıştır.

Bu gelişmeler Osmanlı maliyesine önemli bir yük getirmiş, devlet gelirlerinin büyük bir kısmının nakit üzerinden hazinede toplanması gerekliliğini doğurmuştur. Bu nedenle tımar sisteminin çözülmesi de kaçınılmaz olmuştur.

Tımar sistemi yerine iltizam sistemi uygulanmaya başlandı.

İltizam sisteminde devlet, bir bölgenin vergi toplama hakkını açık arttırma usulüyle satardı. Devlet iltizam bedelinin bir kısmını peşin olarak talep ederdi. Peşin para yatırarak iltizamı alan kişilere mültezim, vergi toplama hakkını aldıkları topraklara da mukataa denirdi. Mültezimler başta askerî sınıftan gelenlerden oluşurken bunların yerini zamanla zengin tüccarlar ve tefeciler almaya başladı.

Ekonomide dengenin sağlanması için Müsadere (el koyma), yeni vergilerin alınması ve mevcut vergi oranlarının artırılması, para tağşişi (paranın içerisine başka ucuz madenler katma) gibi uygulamalara gidildi.

OSMANLI ASKERİ YAPISINA YÖNELİK DÜZENLEMELER

XVIII. yüzyılın başında nakit para sıkıntısı iyice arttı ve bütçe için yeni kaynaklar arama çalışmaları başladı.

Bu amaçla devlet giderleri arasında en büyük kalemi oluşturan merkezî ordu ve bürokrasiye mensup bir kısım bürokrat, maaşlarını devlete bıraktı.

Karşılığında bu bürokratlara kendilerine tahsis edilen toprakların yıllık vergileri maaş olarak verildi.

Bununla beraber toprakların himayesi de mültezimlere verildi.

Bu sayede devlet, herhangi bir gelir kaybına uğramadan bir kısım maaş ödemelerinden kurtuldu.

Osmanlı Devleti iltizam sisteminin haricinde XVII. yüzyıl sonunda malikâne sistemini uygulamaya başladı.

Bu sistem Osmanlı Devleti maliyesini tüm XVIII. yüzyıl boyunca etkileyen en önemli gelişmeydi.

MALİKÂNE SİSTEMİ

1695 yılında “malikâne usulü” olarak adlandırılan bu sistemin amacı sürekli değişen mültezimlerin fazla kâr sağlama amacıyla tahrip ettikleri vergi kaynaklarını yeniden canlandırarak sürekli hâle getirmek ve değişmez bir mültezime bırakmaktır.

Mukataa toprakları hızla malikâne mukataasına çevrildi.

Sistem sayesinde başlarda Osmanlı hazinesine önemli miktarda nakit para akışı sağlandı.

Uzun dönemde ise bu sistem beraberinde yeni sorunları getirdi.

Malikâne sahiplerinin önemli bir kısmı İstanbul’da kalmaya ve mukataaları yasa dışı yollarla iltizama vermeye başladı.

Malikâneciler ayrıca vergi kaynaklarına devletin istediği özeni göstermeme eğilimine girdiler.

Malikâne sistemi Sultan Abdülmecid tarafından 1840’ta resmen kaldırıldı.

İÇ ÇALKANTILAR VE İSYANLAR

Celâli İsyanları

Yeniçeri İsyanları (İstanbul İsyanları)

Suhte İsyanları

CELÂLİ İSYANLARI

Celâli İsyanları, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde başlamıştır.

Bu isyanların, Celâli İsyanları olarak adlandırılması Tokat ve çevresinde isyan eden Bozoklu Celâl’den gelmektedir.

XVII. yüzyıla kadar devam eden Celâli İsyanları kısa zamanda geniş bir taraftar kitlesine ulaştı.

Bu dönemde çıkan isyanların geneline Celâli İsyanları adı verilir.

Celâli İsyanları içinde devleti en çok uğraştıran isyanlar Karayazıcı, Deli Hasan, Tavil Ahmet, Canbolatoğlu, Kalenderoğlu, Kör Mahmut, Katırcıoğlu ve Gürcü Nebi isyanlarıdır

CELÂLİ İSYANLARININ NEDENLERİ

XVII. yüzyılda uzun süren Osmanlı-Avusturya

ve Osmanlı- İran savaşları gelirleri azalttığı için

Osmanlı Devleti’nin ekonomisi zayıflamıştır.

Tımar sisteminin bozulması,

vergilerin yükseltilmesi,

iltizam sistemiyle istenilen sonuca ulaşılamaması,

eski askerlerin eşkiyalık faaliyetlerine yönelmesi  gibi nedenler bu isyanların başlıca etkenleridir.

CELÂLİ İSYANLARININ SONUÇLARI

İsyanların bastırılmasında şiddet ve baskı uygulandığı için sağlanan huzur uzun ömürlü olmamıştır.

Anadolu’da birçok insan hayatını kaybetmiş, köyler boşalmıştır.

Halkın can ve mal güvenliği isyanlar boyunca tehlike altına girmiştir.

İsyanlardan dolayı tarımsal ve hayvansal üretim düşmüş, işsizlik artmıştır.

Köylerden şehirlere yapılan göçler sebebiyle kırsal nüfus azalmıştır. Göç, şehir hayatında yeni sorunları doğurmuştur.

Ekonomik açıdan ise vergilerin düzenli toplanamayışı Osmanlı ekonomisini zayıflatmıştır.

YENİÇERİ İSYANLARI (İSTANBUL İSYANLARI)

Askerlik dışında ticaret ve esnaflık gibi işlere yönelmeleri de bu dönemde ortaya çıktı.

Yeniçeriler, XVII. yüzyıl boyunca saraydaki çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesine alet oldular.

Bu isyanlar XVII. Yüzyıldan itibaren Yeniçeri Ocağını devletin temel dayanağı olmaktan çıkarmıştı.

“Ocak devlet içindir.” anlayışının yerini “Devlet ocak içindir.” anlayışı almıştı.

XVII. yüzyıldan itibaren devşirme sisteminin terk edilmesi Yeniçeri Ocağının saraya karşı ulemanın yanında yer almasına ve yenilikleri reddeden bir yapı hâline dönüşmesine neden olmuştur.

Bunlardan Genç Osman, yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri Ocağını kaldırmayı düşündü.

Bu fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan etti.

Bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı.

IV. Mehmet döneminde yeniçeriler 30 kadar devlet adamını çınar ağacına astılar. (Vakai Vakvakiyye) Çınar Vakası

SUHTE İSYANLARI

Memleketin siyasi, iktisadi ve içtimai durumunun bozulması, medreselilerin eğitim dışı faaliyetlerde bulunmasına neden olmuştur.

Bu durum medrese eğitimini ve öğretimini aksatmış ve geriletmişti.

Bundan dolayı hem iyi hoca yetişmemiş hem de iyi âlim olmanın arzusunu taşıyan talebe sayısı azalmıştır.

Talebeler çalışmadan, bilmeden, kolayından icazet almış; hak etmeden mevki ve vazife alma peşinde koşmuşlardır.

Medreseli İsyanları olarak da anılan Suhte İsyanları, XVI. yüzyılda Anadolu ve Rumeli’de sosyal gerginliğin bulunduğu bir dönemde cereyan etmiştir.

Medreseli talebeler isyana katılan diğer kişiler (başıbozuk leventler ve çiftbozanlar) tarafından kışkırtılıp tahrik edilmiştir.

Suhte İsyanları Kanuni Sultan Süleyman’ın son dönemlerinde eşkıyalık hareketlerine dönüşmüştür.

Suhteler, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde Celâlilerle birlikte hareket etmişlerdir.

XVII. yüzyılda Sadrazam Kuyucu Murat Paşa’nın müdahalesi sayesinde Suhte İsyanları etkisini yitirmiştir.

EKBER VE ERŞED SİSTEMİ

Osmanlı Devleti’nde şehzadeler, yönetimde tecrübe kazanması amacıyla yetiştirilmek için sancaklara gönderilirdi.

I. Ahmet Dönemi’nde (1603-1617) Ekber ve Erşed Sistemiyle şehzadelerin sancağa çıkma usulü sona ermiştir.

Böylece şehzadelerin tamamen saray içinde yetiştiği kafes usulüne geçilmiştir.

Veraset sisteminde yapılan bu değişiklikle hanedanın en büyük (ekber) ve en olgun (erşed) üyesi padişah olacaktı.

Bu uygulamayla şehzadeler arasında taht kavgaları önlenmişti ancak şehzadeler ülke yönetiminde bilgi ve tecrübe kazanmamışlardı. Bilgi ve tecrübeden yoksun kalan şehzadeler, padişah olunca devlet adamları ve saray kadınlarının etkisi altında kalmışlardı.

OSMANLI DEVLETİ’NDE LAYİHALAR

Layiha, özellikle XVII. yüzyıldan itibaren devlet düzenindeki olumsuzlukların giderilmesi için tavsiye niteliğindeki görüş metinleridir.

İlk defa Veziriazam Lütfi Paşa bu türden eser olan Asafname’yi hazırladı.

XVII. Yüzyılda Koçi Bey, Kâtip Çelebi, Ayni Ali Efendi ve diğer devlet adamlarına raporlar (risale-layiha) hazırlatıldı.

Layihalar, Osmanlı yönetimindeki aksaklıkların nedenini

askerî, sosyal ve ekonomik alanlarda sarsılmalara bağlamaktaydı.

Layihalarda Osmanlı kadim (eski) düzenine dönme düşüncesi ön plandadır

Raporların içerikleri dikkate alınarak bu gidişata son vermek ve Osmanlı Devleti’ni tekrar eski gücüne ulaştırmak amacıyla II. Osman ve IV. Murat gibi hükümdarlar ile Tarhuncu Ahmet ve Köprülüler gibi sadrazamlar döneminde ıslahatlar yaptı.

III. Selim ilk defa Avrupa’nın önemli şehirlerine

daimi elçilikler kurdu.

Elçiler hazırladıkları layihaları III. Selim’e sundular.

LALE DEVRİ

Pasarofça’dan sonra artık Avrupa’ya karşı dış politikada gaza yerine savunma ilkesine bağlı politikalar izlemeye başlandı.

Lale Devri, 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayan ve 1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir.

Osmanlı padişahı III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlık dönemini kapsayan zevk, eğlence, barış, yenileşme ve sivil reformların görüldüğü bu döneme Lale Devri adı verilir.

İstanbul’da Haliç ve Boğaziçi başta olmak üzere lale yetiştirildiğinden dolayı ilk defa Yahya Kemal Beyatlı bu devir için “Lale Devri” tabirini kullanmıştır.

Damat İbrahim Paşa, Avrupa’yı tanımanın Osmanlı dış politikası ve ticareti için önemli olduğuna inanan ve fiilen adımları atan ilk sadrazamdı.

Damat İbrahim Paşa Dönemi’nde Paris, Viyana, Varşova, Lehistan ve Rusya’ya giden elçiler diplomatik ve ticari görüşmelerde bulundular.

Elçiler, Avrupa kültürü, sanatı, sanayisi, tarımı,  askerî-teknolojik gücü ve diplomasisi hakkında bilgi edindiler. Edindikleri bu bilgileri birer rapor hâlinde İstanbul’a sundular.

Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Paris elçiliğinin ardından sunduğu raporla Osmanlı’da Batılılaşma hareketleri fiilen başladı.

Bu devir Osmanlı düşünce uyanışının başlangıcıydı.

Osmanlı devlet erkânı ve zenginleri yeni konaklar, köşkler ve saraylar inşa ettirdiler.

Bu dönemde Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Mehmet Said Efendi ve İbrahim Müteferrika’nın gayretleriyle 1727’de İstanbul’da matbaa kuruldu.

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yangınlara karşı 1720’de Tulumbacı Ocağı’nı kurmak üzere Fransız asıllı Müslüman bir mühendis olan Gerçek Davud’u (David) görevlendirdi.

Yalova’da kâğıt imali başladı, İstanbul’da 1725’te bir çini fabrikası kuruldu. İstanbul’da mevcut çuha fabrikasının yanında “Hatayi” ismi verilen kumaşı dokumak üzere bir başka fabrika daha inşa edildi.

İstanbul’da başta mimari olmak üzere hemen her alanda Fransız tesiri, süsleme sanatında ise barok ve rokoko tarzları etkili oldu.

Doğu ve Batı dillerinden tercümeler yapıldı.

Deniz yoluyla taşradan gelen yolcuları sağlık bakımından kontrol etmek, yani karantina usulünü uygulamak Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Sefaretnamesi’nden sonra önem kazandı.

İstanbul’da çiçek hastalığını tedavi edebilecek bilgili doktorlar bulunuyordu.

Zenginlerin Batı yaşam tarzı olan eşyaları ithal etmeleri moda olmuştu.

Geleneksel alçak divanların yerini koltuk ve iskemle almıştı.

Pantolon giymek moda hâline gelmişti.

Batılı ressamlar zengin Osmanlıların portrelerini yapmışlardı.

Bütün bunlar Tanzimat Dönemi’ndeki Osmanlı düşünce uyanışının başlangıcıydı.

MATBAANIN GELİŞTİRİLMESİ VE OSMANLIYA GELİŞİ

Kağıt ve matbaayı ilk defa Çinliler kullanmıştır..

Çin basım tekniği yetersizl ve geniş yazılara uygun değildi.

Alman Johann Gutenberg (Yohen Gutınberg) hareketli harflerle baskı tekniğini 1440’lı yılların sonuna doğru buldu ve 1452- 1455 yılları arasında hareketli harflerle iki ciltlik İncil basıldı

Avrupa’da kâğıt ve matbaa kullanılınca düşünce ve bilgi hızla yayıldı. Rönesans’ın doğuşu ve yayılışı matbaanın icadıyla yakından ilgiliydi.

Matbaanın icadının en önemli sonuçlarından biri de İncil’in değişik dillere çevrilip çok sayıda basılmasıydı.

İlk kez bir rahibin liderliğine gerek kalmadan İncil’i okuyanlar artık kiliseyi eleştirebilecek düzeydeydiler.

İncil’de anlatılanlarla kilisenin anlattığı dinin aynı olmadığı sonucuna varanlar, matbaayı kullanarak eleştirileriyle reformun hazırlanması ve Protestanlığın oluşumunda öncü olmuştur.

Çeşitli konularda çok sayıda kitap basılması, Avrupa’da insanların o güne değin kendilerine sunulmuş veya dayatılmış olguları sorgulamalarına yol açmıştı.

OSMANLIDA MATBAA

İlk kez II. Bayezid döneminde Yahudi azınlıklar tarafından kuruldu.

1567 yılında Ermeniler İstanbul’da matbaa kurdular.

İstanbul’da ilk Rum matbaası Rum rahibi Nicodemus Metaxas (Nikodmus Metakıs) tarafından 1627’de açılmıştı.

İbrahim Müteferrika matbaanın önemini anlatmak için kitap basımının faydalarını içeren “Vesîletü’t Tıbâa’yı” hazırlayarak sadrazama sunmuştur.

İbrahim Müteferrika ile Mehmet Said Efendi’ye, III. Ahmet’in fermanı ve şeyhülislamın fetvası ile ilk Türk matbaasını kurma izni verildi.

İlk kitap 1729 yılının başlarında basıldı. Basılan eser, kaynaklarda “Vankulu Lugatı” adıyla geçen “Sıhahul Cevheri” tercümesiydi.

Matbaanın ilk kitapları bin beş yüz adet kadar basılırken sonrakilerde bu sayı beş yüze inmişti. Bunda basılan kitapların satılamamasının rolü vardı.

KÂTİP ÇELEBİ

Kâtip Çelebi 1609- 1657 yılları arası yaşamış, XVIII. yüzyıl Türk bilim dünyasının pozitif ve hür düşünceyi savunan ismidir.

İlimde taassubun (bağnazlık) sakıncalarından bahsederek kaynaktan tahliller yaparak yararlı olanın kabul edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Kâtip Çelebi Osmanlı’daki durağanlığın ve Avrupa’daki bilimsel canlılığın farkına varmıştır.

“Düstûrü’lAmel” adlı risalesinde devlet düzenine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.

Avrupalıların, özellikle Yunanlıların coğrafya konusundaki bilgileriyle İslam yazarlarının bilgilerini kıyaslayıp “Cihannüma’’ adlı eserini hazırlamıştır.

Cihannüma’da Osmanlı’da başlayan bazı siyasi, sosyal ve ekonomik bozukluklara değinen Kâtip Çelebi, bu konuda birtakım çözüm önerileri de sunmaktadır.

EVLİYA ÇELEBİ 1611- 1685

Evliya Çelebi 1611- 1685 yılları arasında yaşamış Türk tarihinin en önemli seyyahlarından biridir.

Evliya Çelebi, iyi bir eğitim almanın yanı sıra zamanının geçerli yabancı dilleri olan Arapça, Farsça, Rumca ve bir miktar da Latince öğrenmiştir.

Seyahatname isimli eserinde “Rum, Arap, Acem, İsveç, Leh ve Çek’te 7 iklim, 18 padişahlık yerini 51 yıl boyunca gezip dolaştığını” anlatmıştır.

Evliya Çelebi, Seyahatname’yi 1630- 1681 tarihleri arasında yazdı.

Seyahatname, Osmanlı Devleti’nin adeta fiziki yapısının yazıya dökülmüş bir maketini ortaya koymak için kaleme alınmış bir eserdir.

Eserde gayrimüslimlerin yaşayışına ve kültürüne ait pek çok örnek yer alır.

Eserinde gerçek ve kurmaca anlatımı ustaca kullanmıştır.

NAİMA EFENDİ  1655-1716

Naima Osmanlı Devleti’nin ilk resmî tarihçisi, vakanüvisidir.

1655-1716 yılları arasında yaşadı Asıl ismi Mustafa’dır. Naima ise mahlasıdır.

Naima Tarihi isimli eseri, içerik itibariyle olayları kronolojik bir sıra içerisinde nakleden geleneğe sıkı sıkıya bağlıdır.

Tarihçi sıfatıyla ele aldığı metni dikkatli şekilde yer yer karşılaştırmalar yaparak ve sözlü kaynaklara başvurarak şekillendirmiştir.

Kullanılan eserlerin isimlerini zikretmiştir.

Eserde neden sonuç ilişkisi vurgulanmış,  gelecekte olabilecek olayların kurgusu da yapılmıştır.

Naima’ya göre devletlerin ve toplumların kuruluş, yaşayış, olgunluk ve yıkılış sebeplerini bilmeyen kişiler kendi devleti için de herhangi bir tedbir alamaz.

Ona göre devlet için en zararlı şey, uzun savaşlar ve devlet adamlarının aralarındaki görüş ayrılığıdır.

YANYALI ESAD EFENDİ

XVIII. Yüzyılda yaşamış olan Mehmet Esad Yunanistan’ın Yanya şehrinde doğduğu için eserlerinde “Yanyavi’’ mahlasını kullanmıştır.

Mantık, felsefe, kelam, matematik, astronomi ve Öklid geometrisi alanlarında dersler aldı.

Müderrislik ve kadılık görevlerinde bulundu.

Lale Devri’nin en önemli ilim ve fikir adamlarından biridir.

III. Ahmet’in Topkapı Sarayı’nda kurduğu kütüphanede vazifelendirildi.

Aristo’nun bazı eserlerini Arapçaya çevirip yorumlaması ile tanındı.

Devrinin âlimleri ona “Muallim-i Salis (Üçüncü Öğretmen) unvanını verdi.

Grekçe’den tercüme yapan heyetin başkanlığına getirildi.

“Talimü’s Salis”adını verdiği eserinde Aristo’nun ‘’ Fizika ‘’ esrinin çevirisi ve yorumu yer almaktadır.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*